ترجمة معاني القرآن الكريم - الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم * - فهرس التراجم


ترجمة معاني سورة: الأعراف   آية:

سورة الأعراف - Sûratu'l-A'râf

من مقاصد السورة:
انتصار الحق في صراعه مع الباطل، وبيان عاقبة المستكبرين في الدنيا والآخرة.
Batıl ile mücadelesinde hakkın zaferi, dünya ve ahirette kibirlenenlerin vahim akıbeti açıklanmıştır.

الٓمٓصٓ
Bu hususta benzer bir açıklama Bakara suresinin başında zikredilmiştir.
التفاسير العربية:
كِتَٰبٌ أُنزِلَ إِلَيۡكَ فَلَا يَكُن فِي صَدۡرِكَ حَرَجٞ مِّنۡهُ لِتُنذِرَ بِهِۦ وَذِكۡرَىٰ لِلۡمُؤۡمِنِينَ
-Ey Resul!- Kur’an-ı Kerim, Allah’ın sana indirdiği bir kitaptır. Kalbinde sakın ona dair bir sıkıntın ve şüphen olmasın. İnsanları onunla korkutasın, onlara hüccet ikame edesin ve Müminlere öğüt veresin diye onu sana indirdi. Zira onlar, öğütten faydalanan kimselerdir.
التفاسير العربية:
ٱتَّبِعُواْ مَآ أُنزِلَ إِلَيۡكُم مِّن رَّبِّكُمۡ وَلَا تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِۦٓ أَوۡلِيَآءَۗ قَلِيلٗا مَّا تَذَكَّرُونَ
-Ey insanlar!- Rabbinizin üzerinize indirdiği kitaba ve peygamberinizin sünnetine uyun. Şeytanlardan dost olarak gördüklerinizin veya kötü din adamlarının heveslerine uymayın. Onların heveslerinin emrettikleri şeyler sebebiyle üzerinize indirileni bir kenara bırakıp terk ederek onları veli ediniyorsunuz. Sizler ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Şayet öğüt alsaydınız hak olmayanı, hakka tercih etmez ve peygamberinizin size getirdiğine tabi olur, onunla amel ederdiniz. Bunun dışında kalanları da terk ederdiniz.
التفاسير العربية:
وَكَم مِّن قَرۡيَةٍ أَهۡلَكۡنَٰهَا فَجَآءَهَا بَأۡسُنَا بَيَٰتًا أَوۡ هُمۡ قَآئِلُونَ
Pek çok şehirleri küfür ve sapıklıklarında ısrar etmelerinden ötürü azabımızla helak ettik. Gece veya gündüz gaflet halinde oldukları bir sırada üzerlerine şiddetli azabımız iniverdi. Ne onlar, ne de onların sözde ilahları başlarına gelen bu azabı onlardan uzaklaştırmayı başaramadılar.
التفاسير العربية:
فَمَا كَانَ دَعۡوَىٰهُمۡ إِذۡ جَآءَهُم بَأۡسُنَآ إِلَّآ أَن قَالُوٓاْ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ
Azabın indirilmesinin ardından kendilerinin Allah’ı küfreden zalim kimseler olduklarını ikrar etmekten başka bir şey yapamadılar.
التفاسير العربية:
فَلَنَسۡـَٔلَنَّ ٱلَّذِينَ أُرۡسِلَ إِلَيۡهِمۡ وَلَنَسۡـَٔلَنَّ ٱلۡمُرۡسَلِينَ
Peygamberlerimizi gönderdiğimiz topluluklara, kıyamet günü peygamberlere nasıl karşılık verdiklerini mutlaka soracağız. Peygamberlere de tebliğ edilmesi emredilenlerin tebliğ edilip edilmediğini ve ümmetlerinin onlara nasıl karşılık verdiklerini muhakkak soracağız.
التفاسير العربية:
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيۡهِم بِعِلۡمٖۖ وَمَا كُنَّا غَآئِبِينَ
Sonra da bütün mahlukata onlar hakkında sahip olduğumuz bilgiyle dünyada yaptıkları amellerini haber vereceğiz. Biz, onların bütün amellerini biliyorduk, onlardan hiçbir şey bize gizli kalmadı, biz de onlardan hiçbir vakit habersiz değildik.
التفاسير العربية:
وَٱلۡوَزۡنُ يَوۡمَئِذٍ ٱلۡحَقُّۚ فَمَن ثَقُلَتۡ مَوَٰزِينُهُۥ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ
Kıyamet günü amellerin tartılması, zulüm ve haksızlık barındırmayan bir adaletle olacaktır. Her kimin iyilik kefesi, kötülük kefesine ağır basarsa; işte onlar istediklerini kazanmış ve kaçtıklarından kurtulmuşlardır.
التفاسير العربية:
وَمَنۡ خَفَّتۡ مَوَٰزِينُهُۥ فَأُوْلَٰٓئِكَ ٱلَّذِينَ خَسِرُوٓاْ أَنفُسَهُم بِمَا كَانُواْ بِـَٔايَٰتِنَا يَظۡلِمُونَ
Tartılma esnasında kimin de kötülük kefesi iyilikler kefesine ağır basarsa, işte onlar Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri sebebiyle nefislerini kıyamet günü helak yollarına sokarak kendilerini hüsrana uğratmış olanlardır.
التفاسير العربية:
وَلَقَدۡ مَكَّنَّٰكُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَجَعَلۡنَا لَكُمۡ فِيهَا مَعَٰيِشَۗ قَلِيلٗا مَّا تَشۡكُرُونَ
-Ey Âdemoğulları!- Şüphesiz sizleri, yeryüzüne yerleştirdik ve sizler için orada yaşam koşulları var ettik. Buna karşılık Allah’a şükretmeniz gerekirdi, fakat şükrünüz çok azdı.
التفاسير العربية:
وَلَقَدۡ خَلَقۡنَٰكُمۡ ثُمَّ صَوَّرۡنَٰكُمۡ ثُمَّ قُلۡنَا لِلۡمَلَٰٓئِكَةِ ٱسۡجُدُواْ لِأٓدَمَ فَسَجَدُوٓاْ إِلَّآ إِبۡلِيسَ لَمۡ يَكُن مِّنَ ٱلسَّٰجِدِينَ
-Ey insanlar!- Biz önce babanız Âdem'i yarattık, sonra ona en güzel surette ve en güzel biçimlendirmeyle şekil verdik. Sonra da ona değer verilmesi için meleklere Âdem'e secde etmelerini emrettik. İblis hariç, onlar da emrimizi yerine getirerek hemen ona secde ettiler. O ise, kibirlenerek ve inat ederek secde etmeyi reddetti.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• من مقاصد إنزال القرآن الإنذار للكافرين والمعاندين، والتذكير للمؤمنين.
Kur’an’ın indirilme amaçlarından biri de, kâfirlerin ve inat edenlerin uyarılması ve Müminler için bir hatırlatma olmasıdır.

• أنزل الله القرآن إلى المؤمنين ليتبعوه ويعملوا به، فإن فعلوا ذلك كملت تربيتهم، وتمت عليهم النعمة، وهُدُوا لأحسن الأعمال والأخلاق.
Allah; Kur’an’ı Müminlere, ona uyarak amel etmeleri için indirdi. Eğer bunu yaparlarsa eğitimleri tamamlanmış olur ve üzerlerine olan nimet kemale erer. En güzel amel ve ahlaka hidayet bulurlar.

• الوزن يوم القيامة لأعمال العباد يكون بالعدل والقسط الذي لا جَوْر فيه ولا ظلم بوجه.
Kıyamet günü kulların amellerinin tartılması, hiçbir yönüyle haksızlık ve zulüm barındırmayan bir adalet ve doğrulukla olacaktır.

• هَيَّأ الله الأرض لانتفاع البشر بها، بحيث يتمكَّنون من البناء عليها وحَرْثها، واستخراج ما في باطنها للانتفاع به.
Allah yeryüzünü, beşeriyetin ondan faydalanması için hazırlamıştır. Böylece onun üzerine bina inşa edebiliyor, ekin ekebiliyor ve faydalanmak üzere içinde bulunan şeyleri çıkarabiliyorlar.

قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسۡجُدَ إِذۡ أَمَرۡتُكَۖ قَالَ أَنَا۠ خَيۡرٞ مِّنۡهُ خَلَقۡتَنِي مِن نَّارٖ وَخَلَقۡتَهُۥ مِن طِينٖ
Allah Teâlâ İblis'i azarlayarak şöyle buyurdu: “Sana, Âdem’e secde etmeni emrettiğim emrimi yerine getirmene ne engel oldu?” İblis Rabbine cevap olarak dedi ki: “Benim ondan daha üstün olmam, bana engel oldu. Sen, beni ateşten; onu ise çamurdan yarattın. Ateş, çamurdan daha değerlidir.”
التفاسير العربية:
قَالَ فَٱهۡبِطۡ مِنۡهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَٱخۡرُجۡ إِنَّكَ مِنَ ٱلصَّٰغِرِينَ
Yüce Allah ona dedi ki: “Öyleyse cennetten çık git. Senin orada büyüklenmeye hakkın yoktur. Çünkü orası tertemiz arınmış kimselerin yurdudur. Artık senin orada bulunman sana caiz değildir. -Ey İblis!- Sen kendini Âdem’den daha değerli görsen bile, doğrusu sen alçak aşağılık birisin.”
التفاسير العربية:
قَالَ أَنظِرۡنِيٓ إِلَىٰ يَوۡمِ يُبۡعَثُونَ
İblis dedi ki: "Ey Rabbim! Bana yeniden diriliş gününe kadar mühlet ver ki, insanlardan yoldan çıkarmayı başarabildiğimi yoldan çıkarayım.”
التفاسير العربية:
قَالَ إِنَّكَ مِنَ ٱلۡمُنظَرِينَ
Yüce Allah ona dedi ki: "Ey İblis! Sen, bütün mahlukatın öleceği ilk sura üfleme gününe dek kendisine ölümün yazıldığı mühlet verilen kimselerden birisin. O gün yalnızca bütün canlıların yaratıcısı olan Allah kalacaktır.”
التفاسير العربية:
قَالَ فَبِمَآ أَغۡوَيۡتَنِي لَأَقۡعُدَنَّ لَهُمۡ صِرَٰطَكَ ٱلۡمُسۡتَقِيمَ
İblis de şöyle dedi: " Âdem'e secde etme emrini yerine getirmediğim için beni saptırmana karşılık, âdemoğlu için senin dosdoğru yolunun üzerine oturup, babaları Âdem'e secde etmekten saptığım gibi onları da o yoldan saptıracağım ve çevireceğim.”
التفاسير العربية:
ثُمَّ لَأٓتِيَنَّهُم مِّنۢ بَيۡنِ أَيۡدِيهِمۡ وَمِنۡ خَلۡفِهِمۡ وَعَنۡ أَيۡمَٰنِهِمۡ وَعَن شَمَآئِلِهِمۡۖ وَلَا تَجِدُ أَكۡثَرَهُمۡ شَٰكِرِينَ
“Sonra ahireti terk ettirip, dünyaya karşı rağbet vererek, şüpheler atarak ve arzularını güzel göstererek onlara her yönden yanaşacağım. -Ey Rabbim!- Onlara dikte ettiğim küfürden ötürü, onların çoğunu sana şükredenlerden bulamayacaksın.”
التفاسير العربية:
قَالَ ٱخۡرُجۡ مِنۡهَا مَذۡءُومٗا مَّدۡحُورٗاۖ لَّمَن تَبِعَكَ مِنۡهُمۡ لَأَمۡلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنكُمۡ أَجۡمَعِينَ
Yüce Allah ona şöyle dedi: “Ey İblis! Kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş biri olarak cennetten çık. Kıyamet günü cehennemi mutlaka sen ve sana uyan, sana itaat eden ve de Rabbinin emrine karşı gelen herkesle dolduracağım."
التفاسير العربية:
وَيَٰٓـَٔادَمُ ٱسۡكُنۡ أَنتَ وَزَوۡجُكَ ٱلۡجَنَّةَ فَكُلَا مِنۡ حَيۡثُ شِئۡتُمَا وَلَا تَقۡرَبَا هَٰذِهِ ٱلشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ ٱلظَّٰلِمِينَ
Allah, Âdem’e şöyle dedi: "Ey Âdem! Sen ve eşin Havva cennete yerleşin. İçinde bulunan tertemiz yemeklerden dilediklerinizi yiyin, fakat sakın bu ağaçtan (Allah’ın onlar için belirlediği bir ağaçtır) yemeyin. Eğer size yasaklamış olmamın sonrasında bu ağaçtan yerseniz, Allah’ın sınırlarını aşan kimselerden olursunuz.
التفاسير العربية:
فَوَسۡوَسَ لَهُمَا ٱلشَّيۡطَٰنُ لِيُبۡدِيَ لَهُمَا مَا وُۥرِيَ عَنۡهُمَا مِن سَوۡءَٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهَىٰكُمَا رَبُّكُمَا عَنۡ هَٰذِهِ ٱلشَّجَرَةِ إِلَّآ أَن تَكُونَا مَلَكَيۡنِ أَوۡ تَكُونَا مِنَ ٱلۡخَٰلِدِينَ
İblis, onların örtünmüş mahrem yerlerini açığa çıkarmak için onlara gizlice fısıldayarak dedi ki: "Allah, sizin bir melek olmanızı ve cennette ebediyen kalmanızı istemediği için size bu ağaçtan yemenizi yasakladı."
التفاسير العربية:
وَقَاسَمَهُمَآ إِنِّي لَكُمَا لَمِنَ ٱلنَّٰصِحِينَ
Ve onlara: "Ey Âdem ve Havva! Muhakkak ben size gösterdiğim bu hususta sadece nasihat ediyorum." diyerek Allah adına yemin etti.
التفاسير العربية:
فَدَلَّىٰهُمَا بِغُرُورٖۚ فَلَمَّا ذَاقَا ٱلشَّجَرَةَ بَدَتۡ لَهُمَا سَوۡءَٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخۡصِفَانِ عَلَيۡهِمَا مِن وَرَقِ ٱلۡجَنَّةِۖ وَنَادَىٰهُمَا رَبُّهُمَآ أَلَمۡ أَنۡهَكُمَا عَن تِلۡكُمَا ٱلشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَآ إِنَّ ٱلشَّيۡطَٰنَ لَكُمَا عَدُوّٞ مُّبِينٞ
Böylece bir kandırmaca ve aldatmayla onları içinde bulundukları makamdan aşağı indirdi. Onlar, yasaklanan bu ağacın meyvesinden yiyince mahrem yerleri açılarak göründü. Onlar da mahrem yerlerini örtmek için üzerlerine cennetin yapraklarından örtmeye başladılar. Rableri o ikisine seslenerek dedi ki: "Ben, ikinize bu ağaçtan yemenizi yasaklamamış mıydım? İkinizi uyararak şeytanın, sizler için apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?"
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• دلّت الآيات على أن من عصى مولاه فهو ذليل.
Ayetler, Mevla’sına asi olan kimsenin zelil, alçak bir kimse olduğuna işaret etmektedir.

• أعلن الشيطان عداوته لبني آدم، وتوعد أن يصدهم عن الصراط المستقيم بكل أنواع الوسائل والأساليب.
Şeytan, Âdemoğluna düşmanlığını ilan etmiş, bütün sebep ve yöntem çeşitlerini kullanarak onları dosdoğru yoldan alıkoyacağını söylemiştir.

• خطورة المعصية وأنها سبب لعقوبات الله الدنيوية والأخروية.
Günahın tehlikeli oluşu ve bunun Yüce Allah’ın dünya ve ahirette vereceği cezaların sebebi olduğu ifade edilmiştir.

قَالَا رَبَّنَا ظَلَمۡنَآ أَنفُسَنَا وَإِن لَّمۡ تَغۡفِرۡ لَنَا وَتَرۡحَمۡنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ
Âdem ve Havva dedi ki: "Ey Rabbimiz! Meyvesini yememizi yasakladığın ağaçtan yiyerek kendimize zulmettik. Eğer sen bizim günahlarımızı bağışlamaz ve rahmetinle merhamet etmezsen, bizler dünyada ve ahiretteki nasibimizi kaybederek hüsrana uğramışlardan oluruz.”
التفاسير العربية:
قَالَ ٱهۡبِطُواْ بَعۡضُكُمۡ لِبَعۡضٍ عَدُوّٞۖ وَلَكُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ مُسۡتَقَرّٞ وَمَتَٰعٌ إِلَىٰ حِينٖ
Allah, Âdem, Havva ve İblis'e şöyle dedi: "Cennetten yeryüzüne inin bakalım. Sizler birbirinizin düşmanı olacaksınız. Artık yeryüzü belli bir vakte kadar sizin için bir yerleşme yeridir. Belirli bir vakte kadar orada bulunan nimetlerden faydalanın.”
التفاسير العربية:
قَالَ فِيهَا تَحۡيَوۡنَ وَفِيهَا تَمُوتُونَ وَمِنۡهَا تُخۡرَجُونَ
Allah, Âdem, Havva ve zürriyetine hitap ederek şöyle dedi: “Bu yeryüzünde Yüce Allah’ın sizin için takdir ettiği kadar bir süre yaşayacak ve orada öleceksiniz. Sonra orada defnedileceksiniz ve orada bulunan kabirlerinizden yeniden dirilmek için çıkartılacaksınız.”
التفاسير العربية:
يَٰبَنِيٓ ءَادَمَ قَدۡ أَنزَلۡنَا عَلَيۡكُمۡ لِبَاسٗا يُوَٰرِي سَوۡءَٰتِكُمۡ وَرِيشٗاۖ وَلِبَاسُ ٱلتَّقۡوَىٰ ذَٰلِكَ خَيۡرٞۚ ذَٰلِكَ مِنۡ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ لَعَلَّهُمۡ يَذَّكَّرُونَ
Ey Âdemoğlu! Sizlere mahrem bölgenizi örtmeniz için kesinlikle zaruri olan elbiseler ve de insanlar arasında süslenip güzelleştiğiniz tamamlayıcı elbiseler kıldık. Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmak olan takva elbisesi ise bu somut elbiselerden daha da hayırlıdır. İşte bu zikredilen elbiseler, Allah'ın kudretine delalet eden ayetlerindendir. Umulur ki, onun sizler üzerine olan nimetlerini hatırlar ve ona şükredersiniz.
التفاسير العربية:
يَٰبَنِيٓ ءَادَمَ لَا يَفۡتِنَنَّكُمُ ٱلشَّيۡطَٰنُ كَمَآ أَخۡرَجَ أَبَوَيۡكُم مِّنَ ٱلۡجَنَّةِ يَنزِعُ عَنۡهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوۡءَٰتِهِمَآۚ إِنَّهُۥ يَرَىٰكُمۡ هُوَ وَقَبِيلُهُۥ مِنۡ حَيۡثُ لَا تَرَوۡنَهُمۡۗ إِنَّا جَعَلۡنَا ٱلشَّيَٰطِينَ أَوۡلِيَآءَ لِلَّذِينَ لَا يُؤۡمِنُونَ
Ey Âdemoğlu! Şeytan size, günahları güzel göstererek mahrem yerleri örten bedensel elbiselerden veya takva elbisesinden sıyırarak sakın aldatmasın. Muhakkak o, daha önce sizin ebeveynlerinizi de ağaçtan yemeyi güzel göstererek kandırmıştı. Bunun neticesinde o ikisi de cennetten çıkarılmış ve mahrem yerleri açılarak görünmüştü. Muhakkak şeytan ve zürriyeti sizleri görüyor ve izliyorlar. Oysa sizler onları göremiyor ve izleyemiyorsunuz. Öyleyse sizin, ona ve zürriyetine karşı çok dikkatli olmanız gerekir. Muhakkak biz, Şeytanları Allah’a iman etmeyenlerin dostları kıldık. Nitekim onların, salih amel işleyen Müminler üzerinde hiçbir gücü yoktur.
التفاسير العربية:
وَإِذَا فَعَلُواْ فَٰحِشَةٗ قَالُواْ وَجَدۡنَا عَلَيۡهَآ ءَابَآءَنَا وَٱللَّهُ أَمَرَنَا بِهَاۗ قُلۡ إِنَّ ٱللَّهَ لَا يَأۡمُرُ بِٱلۡفَحۡشَآءِۖ أَتَقُولُونَ عَلَى ٱللَّهِ مَا لَا تَعۡلَمُونَ
Müşrikler; şirk koşmak, Kâbe’yi çırılçıplak tavaf etmek ve benzeri son derece çirkin işleri yapınca, atalarını bunları yaparken bulduklarını ve Yüce Allah’ın kendilerine bunu emrettiğini mazeret olarak sunarlar. -Ey Muhammed!- Onlara cevap olarak de ki: "Allah asla günah işlemenizi emretmez. Bilakis bunu size yasaklar. Nasıl olur da Ona karşı bunu iddia edersiniz? -Ey müşrikler!- Allah adına bilmediğiniz, yalan ve iftira olan şeyler mi söylüyorsunuz?"
التفاسير العربية:
قُلۡ أَمَرَ رَبِّي بِٱلۡقِسۡطِۖ وَأَقِيمُواْ وُجُوهَكُمۡ عِندَ كُلِّ مَسۡجِدٖ وَٱدۡعُوهُ مُخۡلِصِينَ لَهُ ٱلدِّينَۚ كَمَا بَدَأَكُمۡ تَعُودُونَ
-Ey Muhammed!- O müşriklere de ki : "Şüphesiz Allah, adaletli olmayı emreder. Hayâsızlığı ve çirkin şeyleri ise asla emretmez. Özellikle mescitlerde yapılan ibadetler olmak üzere, bütün ibadetleri sadece Allah'a has kılmayı, ibadetleri sadece O'na yapmayı ve bir tek O'na dua etmenizi emreder. O sizi, ilk başta yoktan yarattığı gibi, tekrar diri olarak tekrardan döndürecektir. Sizleri yoktan var etmeye kadir olan, sizleri tekrar geri döndürmeye ve yeniden diriltmeye de kadirdir.
التفاسير العربية:
فَرِيقًا هَدَىٰ وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيۡهِمُ ٱلضَّلَٰلَةُۚ إِنَّهُمُ ٱتَّخَذُواْ ٱلشَّيَٰطِينَ أَوۡلِيَآءَ مِن دُونِ ٱللَّهِ وَيَحۡسَبُونَ أَنَّهُم مُّهۡتَدُونَ
Doğrusu Allah, insanları iki grup kılmıştır. Sizlerden bir gruba doğru yolu göstererek onlara hidayeti kolaylaştırmış ve bunun önündeki engelleri de ortadan kaldırmıştır. Diğer grubun ise doğru yoldan sapmaları gerekli olmuştur. Çünkü onlar, Allah’ın dışında şeytanları dostlar edindiler. Kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederek cahilce ona boyun eğdiler.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• من أَشْبَهَ آدم بالاعتراف وسؤال المغفرة والندم والإقلاع - إذا صدرت منه الذنوب - اجتباه ربه وهداه. ومن أَشْبَهَ إبليس - إذا صدر منه الذنب بالإصرار والعناد - فإنه لا يزداد من الله إلا بُعْدًا.
Günah işleyen kimse yaptıklarını itiraf eder, bunlardan dolayı bağışlanma diler, kendini pişman hisseder ve işlemiş olduğu bu günahları terk ederse Âdem’in tavrına benzer bir davranış sergilemiş olur. Böylece Rabbi onu seçkin bir kul yapar ve ona hidayet eder. Her kim de bir günah işer ardından inat ve ısrarla buna devam ederse İblis'e benzer bir davranışta bulunmuştur. Durumu böyle olan kimse ancak Allah’tan daha da fazla uzaklaşır.

• اللباس نوعان: ظاهري يستر العورةَ، وباطني وهو التقوى الذي يستمر مع العبد، وهو جمال القلب والروح.
Elbiseler iki çeşittir: Mahrem yerlerin örtüldüğü bedensel elbiseler ve kul ile sürekli bereber olan dindarlık (elbisesi). Bu soyut bir elbise olup, kalp ve ruhun güzelliğidir.

• كثير من أعوان الشيطان يدعون إلى نزع اللباس الظاهري؛ لتنكشف العورات، فيهون على الناس فعل المنكرات وارتكاب الفواحش.
Şeytanın avanelerinin çoğu bedensel elbiselerin çıkarılmasına ve mahrem yerlerin gösterilmesine davet eder. Böylece insanlara, çirkin işler yapmaları ve hayasızlığa düşmeleri kolay gelir.

• أن الهداية بفضل الله ومَنِّه، وأن الضلالة بخذلانه للعبد إذا تولَّى -بجهله وظلمه- الشيطانَ، وتسبَّب لنفسه بالضلال.
Hidayet, Allah’ın bir ihsanı ve lütfudur. Dalalet ise, -cehaleti ve zulmüyle- şeytanı dost edinerek kulun rezil rüsva olmasıdır. Kendisi için dalalete sebep olmuştur.

۞ يَٰبَنِيٓ ءَادَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمۡ عِندَ كُلِّ مَسۡجِدٖ وَكُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ وَلَا تُسۡرِفُوٓاْۚ إِنَّهُۥ لَا يُحِبُّ ٱلۡمُسۡرِفِينَ
Ey Âdemoğlu! Namaz ve tavaf esnasında mahrem yerlerinizi örten, kendisi ile güzelleştiğiniz tertemiz elbiseler giyinin. Allah’ın helal kıldığı temiz olan şeylerden dilediğinizi yiyin ve için. Sakın belirlenen mutedil sınırları aşmayın. Sakın helalleri aşıp haramlara bulaşmayın. Şüphesiz Allah, mutedil sınırları aşan kimseleri sevmez.
التفاسير العربية:
قُلۡ مَنۡ حَرَّمَ زِينَةَ ٱللَّهِ ٱلَّتِيٓ أَخۡرَجَ لِعِبَادِهِۦ وَٱلطَّيِّبَٰتِ مِنَ ٱلرِّزۡقِۚ قُلۡ هِيَ لِلَّذِينَ ءَامَنُواْ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا خَالِصَةٗ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِۗ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ ٱلۡأٓيَٰتِ لِقَوۡمٖ يَعۡلَمُونَ
-Ey Resul!- Elbise, temiz yemekler ve diğer şeyler arasından Allah’ın helal kıldıklarını haram kılan müşriklere cevap olarak de ki: “Sizler için bir ziynet olan elbiseleri size kim haram kıldı? Allah’ın sizleri rızıklandırdığı tertemiz yiyecekleri, içecekleri ve diğer şeyleri size kim haram kıldı?” -Ey Resul!- De ki: "Muhakkak bu temiz şeylerden dünyada başkaları faydalanıyor olsa da, kıyamet günü yalnızca Müminlere has olacaktır. Kâfirler onlar gibi yararlanamayacaklardır. Çünkü cennet, kâfirlere haram kılınmıştır." İşte bu ayrıntı gibi anlayıp, idrak eden topluluklar için ayetlerimizi kapsamlı bir şekilde açıklıyoruz. Çünkü bu ayetlerden sadece onlar faydalanmaktadır.
التفاسير العربية:
قُلۡ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ ٱلۡفَوَٰحِشَ مَا ظَهَرَ مِنۡهَا وَمَا بَطَنَ وَٱلۡإِثۡمَ وَٱلۡبَغۡيَ بِغَيۡرِ ٱلۡحَقِّ وَأَن تُشۡرِكُواْ بِٱللَّهِ مَا لَمۡ يُنَزِّلۡ بِهِۦ سُلۡطَٰنٗا وَأَن تَقُولُواْ عَلَى ٱللَّهِ مَا لَا تَعۡلَمُونَ
-Ey Resul!- Allah’ın helal kıldıklarını haram kılan o müşriklere de ki: “Muhakkak Allah, kullarına fuhşiyatı haram kılmıştır. Bunlar açıktan ve gizliden işlenen çok çirkin günahlardır. Yüce Allah bütün günahları, insanların kanlarına, mallarına ve ırzlarına haksızca sarkıntılık edip, saldırmayı da haram kıldı. Sizlere, hiçbir deliliniz olmadığı halde, Allah’tan başkasını Ona ortak koşmanızı da haram kıldı. Ayrıca Allah’ın isimleri, sıfatları, yaptığı işler ve şeriati hakkında ilim sahibi olmaksızın söz söylemenizi de haram kıldı.”
التفاسير العربية:
وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٞۖ فَإِذَا جَآءَ أَجَلُهُمۡ لَا يَسۡتَأۡخِرُونَ سَاعَةٗ وَلَا يَسۡتَقۡدِمُونَ
Her nesil ve milletin belirli bir süresi ve ecellerinin bir vadesi vardır. Onların takdir edilen vadeleri geldiği zaman az bir süre dahi olsa onu ne geciktirebilirler, ne de öne alabilirler.
التفاسير العربية:
يَٰبَنِيٓ ءَادَمَ إِمَّا يَأۡتِيَنَّكُمۡ رُسُلٞ مِّنكُمۡ يَقُصُّونَ عَلَيۡكُمۡ ءَايَٰتِي فَمَنِ ٱتَّقَىٰ وَأَصۡلَحَ فَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُونَ
Ey Âdemoğlu! İnsanlara indirdiğim kitaplarımı sizlere okuyan, kendi içinizden size gönderdiğim peygamberlerim sizlere gelirse, onlara itaat edin ve getirdiklerine uyun. Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınarak Allah'tan korkan ve amellerini ıslah edenlere kıyamet günü herhangi bir korku yoktur. Onlar, elde edemedikleri dünya lezzetlerinden ötürü üzülecek de değillerdir.
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَٱسۡتَكۡبَرُواْ عَنۡهَآ أُوْلَٰٓئِكَ أَصۡحَٰبُ ٱلنَّارِۖ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ
Peygamberler tarafından getirilen ayetlerimizi yalanlayan, onlara iman etmeyen ve kibirlenerek büyüklük taslayan kâfirler ise, cehennem ashabıdır. Ebediyen orada kalacak ve oraya yerleşeceklerdir.
التفاسير العربية:
فَمَنۡ أَظۡلَمُ مِمَّنِ ٱفۡتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوۡ كَذَّبَ بِـَٔايَٰتِهِۦٓۚ أُوْلَٰٓئِكَ يَنَالُهُمۡ نَصِيبُهُم مِّنَ ٱلۡكِتَٰبِۖ حَتَّىٰٓ إِذَا جَآءَتۡهُمۡ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوۡنَهُمۡ قَالُوٓاْ أَيۡنَ مَا كُنتُمۡ تَدۡعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِۖ قَالُواْ ضَلُّواْ عَنَّا وَشَهِدُواْ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ أَنَّهُمۡ كَانُواْ كَٰفِرِينَ
Allah’a bir ortak, bir noksanlık veya söylemediği bir sözü nispet ederek, yalan sözlerle iftira eden veya doğru yoluna ileten açık ayetlerini yalanlayan kimseden daha zalim hiç kimse yoktur. Bunlarla nitelenen o kimseler Levh-i Mahfuz'da kendilerine yazılmış olan hayır ve şerre nail olacaklardır. Nihayet ölüm meleği ve meleklerden yardımcıları ruhlarını kabzetmek üzere onlara gelince onları kınamak için, “Allah’ın dışında ibadet ettiğiniz ilahlarınız nerede? Sizlere bir fayda vermesi için haydi onları çağırın.” derler. Müşrikler meleklere, “Doğrusu ibadet ettiğimiz ilahlarımız bizden gitti ve ortadan kayboluverdi. Onlar neredeler bilmiyoruz.” diyerek kendilerinin kâfir olduklarını ikrar ederler. Fakat onların bu itirafı, o zaman onların aleyhine bir delil olur. Onlara bir fayda vermez.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• المؤمن مأمور بتعظيم شعائر الله من خلال ستر العورة والتجمل في أثناء صلاته وخاصة عند التوجه للمسجد.
Mümin bir kimse, özellikle camiye giderken, namaz esnasında mahrem yerlerini örtmek ve güzel elbiseler giymek suretiyle Allah’ın şiarlarını tazim etmekle emrolunmuştur.

• من فسر القرآن بغير علم أو أفتى بغير علم أو حكم بغير علم فقد قال على الله بغير علم وهذا من أعظم المحرمات.
Kim, ilim sahibi olmadığı halde Kur’an’ı tefsir eder veya fetva verir ya da hüküm verirse, kuşkusuz Allah adına bilgisizce söz söylemiş olur. Bu da en büyük haramlardan biridir.

• في الآيات دليل على أن المؤمنين يوم القيامة لا يخافون ولا يحزنون، ولا يلحقهم رعب ولا فزع، وإذا لحقهم فمآلهم الأمن.
Ayetlerde, kıyamet günü Müminlerin korkmayacaklarına, üzülmeyeceklerine, dehşet ve paniğe kapılmayacaklarına dair bir delil vardır. Onların başına bu tür şeyler gelse bile sonucu güvendir.

• أظلم الناس من عطَّل مراد الله تعالى من جهتين: جهة إبطال ما يدل على مراده، وجهة إيهام الناس بأن الله أراد منهم ما لا يريده الله.
İnsanların en zalimi Allah Teâlâ’nın muradını iki yönüyle iptal eden kimsedir. Birincisi, O'nun muradına delalet eden şeylerin iptal edilmesi. Diğeri ise, Yüce Allah’ın istemediği bir şeyi insanlara Allah’ın onlardan istediği bir şeymiş gibi göstermek.

قَالَ ٱدۡخُلُواْ فِيٓ أُمَمٖ قَدۡ خَلَتۡ مِن قَبۡلِكُم مِّنَ ٱلۡجِنِّ وَٱلۡإِنسِ فِي ٱلنَّارِۖ كُلَّمَا دَخَلَتۡ أُمَّةٞ لَّعَنَتۡ أُخۡتَهَاۖ حَتَّىٰٓ إِذَا ٱدَّارَكُواْ فِيهَا جَمِيعٗا قَالَتۡ أُخۡرَىٰهُمۡ لِأُولَىٰهُمۡ رَبَّنَا هَٰٓؤُلَآءِ أَضَلُّونَا فَـَٔاتِهِمۡ عَذَابٗا ضِعۡفٗا مِّنَ ٱلنَّارِۖ قَالَ لِكُلّٖ ضِعۡفٞ وَلَٰكِن لَّا تَعۡلَمُونَ
Melekler onlara: "Ey müşrikler! Sizlerden önce küfür ve dalalet üzerine olan cin ve insanlardan geçmiş milletlerin topluluğuyla beraber cehennem ateşine girin bakalım.” derler. O milletlerden her bir millet cehenneme girdiğinde kendilerinden önce gelen diğer millete lanet eder. Nihayet orada karşı karşıya gelip hepsi bir araya toplanınca oraya en son giren sefil takipçiler, ileri gelen önderleri için “Ey Rabbimiz! Bunlar bizleri doğru yoldan saptıran önderlerimizdir. Sapıklığı bizlere süslü gösterdikleri için onları kat kat arttırılmış bir cezayla cezalandır.” derler. Allah onlara cevap olarak der ki: “Sizlerden her bir gruba kat kat artırılmış azaptan bir nasip vardır. Fakat siz bunu bilmiyorsunuz ve idrak etmiyorsunuz.”
التفاسير العربية:
وَقَالَتۡ أُولَىٰهُمۡ لِأُخۡرَىٰهُمۡ فَمَا كَانَ لَكُمۡ عَلَيۡنَا مِن فَضۡلٖ فَذُوقُواْ ٱلۡعَذَابَ بِمَا كُنتُمۡ تَكۡسِبُونَ
Kendilerine ittiba edilenlerin ileri gelenleri kendilerine ittiba edenlere şöyle dediler: "Ey takipçiler! Sizlerin bizim üzerimize azabın sizlerden hafifletilmesine dair hak ettiğiniz bir üstünlüğünüz yoktur. Ölçü, işlediğiniz amellerden elde ettiklerinizdir. Sizlerin batıla ittiba etmiş olmanızın herhangi bir mazereti yoktur. Ey takipçiler! Siz de bizim tattığımız gibi, küfür ve günahlardan kazandıklarınız sebebiyle tadın azabı!”
التفاسير العربية:
إِنَّ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَٱسۡتَكۡبَرُواْ عَنۡهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمۡ أَبۡوَٰبُ ٱلسَّمَآءِ وَلَا يَدۡخُلُونَ ٱلۡجَنَّةَ حَتَّىٰ يَلِجَ ٱلۡجَمَلُ فِي سَمِّ ٱلۡخِيَاطِۚ وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُجۡرِمِينَ
Şüphesiz bizim apaçık ayetlerimizi yalanlayanlar, onları yerine getirmekten ve onlara boyun eğmekten büyüklenenler bütün hayırlara karşı ümitsizlik içindedir. Küfürleri sebebiyle amelleri ve öldükleri zaman da ruhları için gökyüzünün kapıları asla açılmaz. Onlar, hayvanların en büyüklerinden biri olan devenin nesnelerin en darı olan iğnenin deliğinden geçinceye kadar, asla cennete giremezler. Bu ise imkânsızdır. Bununla onların cennete girmelerinin imkânsız olduğu ifade edilmektedir. İşte Allah, günahları çok büyük olan kimseleri böyle cezalandırır.
التفاسير العربية:
لَهُم مِّن جَهَنَّمَ مِهَادٞ وَمِن فَوۡقِهِمۡ غَوَاشٖۚ وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلظَّٰلِمِينَ
Kibirlenerek yalanlayan o kâfirler için, cehennemde üzerinde yatacakları ateşten döşekler ve onların üstlerine de ateşten bir örtü vardır. İşte biz, Allah'ı küfrederek ve O'ndan yüz çevirerek sınırlarını aşanları böyle bir cezayla cezalandırırız.
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَا نُكَلِّفُ نَفۡسًا إِلَّا وُسۡعَهَآ أُوْلَٰٓئِكَ أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِۖ هُمۡ فِيهَا خَٰلِدُونَ
Rablerine iman ederek güçleri yettiğince salih amel işleyenler ise, –Allah, hiç kimseye gücünün yettiğinin üzerinde sorumluluk yüklemez- onlar cennet ahalisidir. Orada ebediyen kalmak üzere oraya girerler.
التفاسير العربية:
وَنَزَعۡنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنۡ غِلّٖ تَجۡرِي مِن تَحۡتِهِمُ ٱلۡأَنۡهَٰرُۖ وَقَالُواْ ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ ٱلَّذِي هَدَىٰنَا لِهَٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهۡتَدِيَ لَوۡلَآ أَنۡ هَدَىٰنَا ٱللَّهُۖ لَقَدۡ جَآءَتۡ رُسُلُ رَبِّنَا بِٱلۡحَقِّۖ وَنُودُوٓاْ أَن تِلۡكُمُ ٱلۡجَنَّةُ أُورِثۡتُمُوهَا بِمَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ
Allah’ın, o kimselerin kalplerinden nefret ve kini söküp çıkarması cennette onlara bahşedeceği nimetin tamamındandır. Nehirleri onların ayaklarının altından akıtır ve onlar, Allah’ın üzerindeki nimetlerini kabul ederek şöyle derler: “Bizi salih amellere muvaffak kılarak bu makama nail kılan Allah’a hamt olsun. Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı bizler kendi kendimize muvaffak olacak değildik. Rabbimizin peygamberleri içinde şüphe barınmayan, vaatlerinde ve tehdit ettiklerinde doğru olan hak ile geldi.” Onlara bir münadi seslenerek: “Peygamberlerimin dünyada sizlere haber verdikleri işte bu cennettir. Allah sizleri, Allah’ın yüzünü görmek isteyerek yapmış olduğunuz salih amellere karşılık bu mükâfatla mükâfatlandırdı.” der.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• المودة التي كانت بين المكذبين في الدنيا تنقلب يوم القيامة عداوة وملاعنة.
Dünya hayatında yalanlayanlar arasında olan dostluk, kıyamet günü bir düşmanlık ve lanetleşmeye dönüşür.

• أرواح المؤمنين تفتح لها أبواب السماء حتى تَعْرُج إلى الله، وتبتهج بالقرب من ربها والحظوة برضوانه.
Müminlerin ruhlarına, Allah’a yükselinceye kadar gökyüzünün bütün kapıları açılır ve Rabbine yaklaştıkça ve rızasını elde ettikçe sevinirler.

• أرواح المكذبين المعرضين لا تفتح لها أبواب السماء، وإذا ماتوا وصعدت فهي تستأذن فلا يؤذن لها، فهي كما لم تصعد في الدنيا بالإيمان بالله ومعرفته ومحبته، فكذلك لا تصعد بعد الموت، فإن الجزاء من جنس العمل.
Yüz çevirip yalanlayanların ruhlarına öldükleri zaman gökyüzünün kapıları açılmaz. Ruhları yükselip izin istediğinde onlara izin verilmez. Kişinin dünya hayatında Allah’a iman ederek, O'nu bilip, severek yükselip, yücelemediği gibi, aynı şekilde ölümünün ardından yükselemez. Kişiye yaptıklarının karşılığı o yapmış olduğu şeylerin türünden verilir.

• أهل الجنة نجوا من النار بعفو الله، وأدخلوا الجنة برحمة الله، واقتسموا المنازل وورثوها بالأعمال الصالحة وهي من رحمته، بل من أعلى أنواع رحمته.
Cennet ehli, Allah’ın bağışlamasıyla cehennemden kurtulur ve Allah’ın rahmetiyle cennete girerler. Onlar, yaptıkları salih amellerle makamları paylaşır ve miras alırlar. Bunların hepsi Yüce Allah'ın rahmetindendir. Bilakis rahmetinin en yüce türündendir.

وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلۡجَنَّةِ أَصۡحَٰبَ ٱلنَّارِ أَن قَدۡ وَجَدۡنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقّٗا فَهَلۡ وَجَدتُّم مَّا وَعَدَ رَبُّكُمۡ حَقّٗاۖ قَالُواْ نَعَمۡۚ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنُۢ بَيۡنَهُمۡ أَن لَّعۡنَةُ ٱللَّهِ عَلَى ٱلظَّٰلِمِينَ
Kalıcı olan cennet ehli, kalıcı olan cehennem ehline her birinin kendisi için hazırlanmış makamlara girmesinin ardından şöyle seslenir: “Muhakkak biz, Rabbimizin bize cennette vadettiklerini hakikaten gerçekleşmiş olarak bulduk. O, bizi cennete soktu. Ey kâfirler! Sizler de, Allah’ın size vadettiklerini cehennemde gerçekleşmiş olarak buldunuz mu?” Kâfirler dediler ki: “Bizler de cehennemde ne vadedilmişse hakikaten bulduk.” Bir münadi, zalimlerin Allah’ın rahmetinden kovulmasını isteyerek seslenir. Oysa onlara, dünya hayatında rahmet kapıları açılmıştı, fakat onlar yüz çevirmişlerdi.
التفاسير العربية:
ٱلَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ وَيَبۡغُونَهَا عِوَجٗا وَهُم بِٱلۡأٓخِرَةِ كَٰفِرُونَ
O zalimler, Allah’ın yolundan kendileri yüz çevirdiği gibi başkalarını da yüz çevirmeye sürüklerler. İnsanlar o yola girmesinler diye hak yolun eğri olmasını arzu ederler. Onlar ahirete hazırlık yapmaz ve o günü inkâr ederler.
التفاسير العربية:
وَبَيۡنَهُمَا حِجَابٞۚ وَعَلَى ٱلۡأَعۡرَافِ رِجَالٞ يَعۡرِفُونَ كُلَّۢا بِسِيمَىٰهُمۡۚ وَنَادَوۡاْ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ أَن سَلَٰمٌ عَلَيۡكُمۡۚ لَمۡ يَدۡخُلُوهَا وَهُمۡ يَطۡمَعُونَ
Bu iki grup arasında; Cennet ve Cehennem ashabı arasında A'raf adı verilen yüksekçe bir sur vardır. Bu yüksek surların üzerinde iyilikleri ve kötülükleri eşit seviyede kalmış adamlar vardır. Bunlar Cennet ashabını yüzlerinin beyazlığı gibi alametlerinden tanırlar. Cehennem ashabını da yüzlerinin siyahlığı gibi alametlerinden tanırlar. Bu adamlar Cennet ahalisine seslenip onlara ikram olarak şöyle derler: “Sizlere selam olsun!” O vakit A'raf ashabı, henüz Cennet'e girmemiştir. Onlar Allah’ın rahmetiyle Cennet'e girmeyi umut ederler.
التفاسير العربية:
۞ وَإِذَا صُرِفَتۡ أَبۡصَٰرُهُمۡ تِلۡقَآءَ أَصۡحَٰبِ ٱلنَّارِ قَالُواْ رَبَّنَا لَا تَجۡعَلۡنَا مَعَ ٱلۡقَوۡمِ ٱلظَّٰلِمِينَ
A'raf ashabının bakışları cehennem ashabına çevrilip onların içinde bulundukları şiddetli azabı gördüklerinde Allah’a dua ederek şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizleri, seni inkâr eden ve sana ortak koşan zalimler topluluğuyla beraber kılma!"
التفاسير العربية:
وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلۡأَعۡرَافِ رِجَالٗا يَعۡرِفُونَهُم بِسِيمَىٰهُمۡ قَالُواْ مَآ أَغۡنَىٰ عَنكُمۡ جَمۡعُكُمۡ وَمَا كُنتُمۡ تَسۡتَكۡبِرُونَ
A'raf’ta bulunanlar, cehennem ashabından yüzlerinin siyahlığı ve gözlerinin maviliği gibi, alametlerinden bildikleri kâfir kimselere seslenerek onlara şöyle derler: “Mallarınız ve adamlarınızın çokluğu size bir fayda vermedi. Haktan büyüklenerek ve kibirlenerek yüz çevirmeniz de size bir fayda vermedi.”
التفاسير العربية:
أَهَٰٓؤُلَآءِ ٱلَّذِينَ أَقۡسَمۡتُمۡ لَا يَنَالُهُمُ ٱللَّهُ بِرَحۡمَةٍۚ ٱدۡخُلُواْ ٱلۡجَنَّةَ لَا خَوۡفٌ عَلَيۡكُمۡ وَلَآ أَنتُمۡ تَحۡزَنُونَ
Allah Teâlâ, kâfirleri kınayarak onlara şöyle der: “Sizlerin, Allah’ın katından bir rahmete nail olmayacaklarına dair yemin ettikleriniz bu kimseler mi? Allah, Müminlere de şöyle der: "Ey müminler! Artık cennete girin! Karşılaşacak olduğunuz şeylerde sizler için bir korku yoktur ve de karşılaştığınız kalıcı nimetlerden ötürü dünya hazlarından kaçırdıklarınız adına da üzülmeyeceksiniz."
التفاسير العربية:
وَنَادَىٰٓ أَصۡحَٰبُ ٱلنَّارِ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ أَنۡ أَفِيضُواْ عَلَيۡنَا مِنَ ٱلۡمَآءِ أَوۡ مِمَّا رَزَقَكُمُ ٱللَّهُۚ قَالُوٓاْ إِنَّ ٱللَّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى ٱلۡكَٰفِرِينَ
Cehennem ashabı cennet ashabına seslenir, onlardan istekte bulunur ve şöyle derler: "Ey cennet ashabı! Bize su verin veya Allah’ın sizlere verdiği rızıklardan bizlere de göndererek ihsanda bulunun.” Cennet ashabı ise onlara şöyle diyerek cevap verir: “Muhakkak Allah, küfürleri sebebiyle o ikisini kâfirlere haram kıldı. Bizler Yüce Allah’ın sizlere haram kıldığı şeyleri sizlere vererek ihtiyacınızı karşılamayacağız.”
التفاسير العربية:
ٱلَّذِينَ ٱتَّخَذُواْ دِينَهُمۡ لَهۡوٗا وَلَعِبٗا وَغَرَّتۡهُمُ ٱلۡحَيَوٰةُ ٱلدُّنۡيَاۚ فَٱلۡيَوۡمَ نَنسَىٰهُمۡ كَمَا نَسُواْ لِقَآءَ يَوۡمِهِمۡ هَٰذَا وَمَا كَانُواْ بِـَٔايَٰتِنَا يَجۡحَدُونَ
Bu kâfirler, dinlerini alay ve eğlence kılmış, dünya hayatının süs ve ziynetleri onları aldatmıştır. Kıyamet günüyle karşılaşmayı unuttukları ve onun için çalışmadıkları gibi kıyamet günü de Allah onları unutacak ve onları azap görür bir halde terk edecektir. Onlar, Allah’ın burhan ve kanıtlarını inkâr ettikleri ve hak olduklarını bildikleri halde kâfir oldukları için hazırlık yapmadılar.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• عدم الإيمان بالبعث سبب مباشر للإقبال على الشهوات.
Öldükten sonra yeniden dirilişe iman etmemek, şehvet ve nefse hoş gelen şeylere yönelmek konusunda direk bir sebeptir.

• يتيقن الناس يوم القيامة تحقق وعد الله لأهل طاعته، وتحقق وعيده للكافرين.
Kıyamet günü insanlar, Allah’ın kendisine itaat eden kimselere olan vaatlerinin gerçekleşeceğini ve kâfir olan kimselere de tehdit ettiklerinin gerçekleşeceğini yakinen bilip, anlarlar.

• الناس يوم القيامة فريقان: فريق في الجنة وفريق في النار، وبينهما فريق في مكان وسط لتساوي حسناتهم وسيئاتهم، ومصيرهم إلى الجنة.
Kıyamet günü insanlar iki sınıftır: Bir grup cennette ve bir grup da cehennemdedir. Bu ikisinin arasında, tam orta yerde iyilikleri ve kötülükleri eşit olan başka bir grup daha vardır. Onların sonuçta varacağı yer ise, cennettir.

• على الذين يملكون المال والجاه وكثرة الأتباع أن يعلموا أن هذا كله لن يغني عنهم من الله شيئًا، ولن ينجيهم من عذاب الله.
Servet, itibar ve çok fazla takipçisi olan kimseler bu sahip oldukları şeylerin Yüce Allah katında kendilerine bir fayda sağlamayacağını ve Allah’ın azabından kurtaramayacağını çok iyi bilmesi gerekir.

وَلَقَدۡ جِئۡنَٰهُم بِكِتَٰبٖ فَصَّلۡنَٰهُ عَلَىٰ عِلۡمٍ هُدٗى وَرَحۡمَةٗ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ
Şüphesiz biz onlara, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e indirilmiş bu kitabı gönderdik. Bu kitapta beyan edip, açıkladıklarımızı bir ilim üzere ortaya koyduk. Zira Kur'an-ı Kerim Müminler için rüşt ve hak yoluna hidayet eden bir rehber ve içinde bulundukları sapıklıklardan dünya ve ahiret hayırlarına çıkaran bir rahmettir.
التفاسير العربية:
هَلۡ يَنظُرُونَ إِلَّا تَأۡوِيلَهُۥۚ يَوۡمَ يَأۡتِي تَأۡوِيلُهُۥ يَقُولُ ٱلَّذِينَ نَسُوهُ مِن قَبۡلُ قَدۡ جَآءَتۡ رُسُلُ رَبِّنَا بِٱلۡحَقِّ فَهَل لَّنَا مِن شُفَعَآءَ فَيَشۡفَعُواْ لَنَآ أَوۡ نُرَدُّ فَنَعۡمَلَ غَيۡرَ ٱلَّذِي كُنَّا نَعۡمَلُۚ قَدۡ خَسِرُوٓاْ أَنفُسَهُمۡ وَضَلَّ عَنۡهُم مَّا كَانُواْ يَفۡتَرُونَ
Kâfirler, yalnızca hakikati ahirette ortaya çıkacak ve önceden kendilerine haber verilmiş olan elem verici azabın gerçekleşmesini beklemektedirler. Onlara geleceği bildirilmiş ve Müminlere mükâfat olunacağı haber verilmiş gün geldiğinde, dünyada Kur’an’ı unutanlar ve bildirdikleriyle amel etmeyenler “Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri, Allah’ın katından olduğuna dair hiçbir kuşku ve hiçbir şüphe bulunmayan hak ile gelmişlerdi. Keşke aracılarımız olsa da, bizlerin azabını affetmesi için Allah’ın katında bize şefaat etseler. Veyahut keşke yapmış olduğumuz kötülüklerin yerine bizleri kurtaracak salih ameller işlemek için dünya hayatına geri dönsek.” derler. O kâfirler, küfürleri sebebiyle kendilerini helak olma yollarına sunarak hüsrana uğramışlardır. Allah’ın dışında ibadet ettikleri ise ortadan kaybolarak onlara bir fayda vermezler.
التفاسير العربية:
إِنَّ رَبَّكُمُ ٱللَّهُ ٱلَّذِي خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٖ ثُمَّ ٱسۡتَوَىٰ عَلَى ٱلۡعَرۡشِۖ يُغۡشِي ٱلَّيۡلَ ٱلنَّهَارَ يَطۡلُبُهُۥ حَثِيثٗا وَٱلشَّمۡسَ وَٱلۡقَمَرَ وَٱلنُّجُومَ مُسَخَّرَٰتِۭ بِأَمۡرِهِۦٓۗ أَلَا لَهُ ٱلۡخَلۡقُ وَٱلۡأَمۡرُۗ تَبَارَكَ ٱللَّهُ رَبُّ ٱلۡعَٰلَمِينَ
Ey insanlar! Muhakkak gökleri ve yeryüzünü emsalsiz olarak altı günde yaratan Rabbiniz Allah’tır. Ardından Allah -Subhanehu ve Teâlâ- keyfiyetini tam olarak idrak edemediğimiz, celâline yakışan bir yükselişle arşın üzerine yükseldi. O, gecenin karanlığını gündüzün ışıklarıyla ve gündüzün aydınlığını gecenin karanlığıyla giderir. İkisi de birbirinin hızlıca ardına düşer. Böylece ondan geri kalmaz, biri gittiğinde diğeri gelir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- Güneş'i, Ay'ı ve yıldızları boyun eğmiş hizmete amade olarak yarattı. Dikkat edin! Bütün yaratma bir tek Allah’a aittir. Ondan başka kim yaratabilir? Bütün işler bir tek ona aittir. Onun hayrı çok büyük, ihsanı çok fazladır. O, celâl ve kemâl sıfatlarıyla nitelenmiş âlemlerin Rabbidir.
التفاسير العربية:
ٱدۡعُواْ رَبَّكُمۡ تَضَرُّعٗا وَخُفۡيَةًۚ إِنَّهُۥ لَا يُحِبُّ ٱلۡمُعۡتَدِينَ
-Ey Müminler!- Rabbinize dua ederken, eksiksiz bir itaat, gizli olarak, alçak gönüllülükle dua edin. Dua ederken ihlasla, gösteriş yapmadan dua edin ve O'na başkasını ortak koşmayın . Şüphesiz O, dua ederken sınırlarını aşanları sevmez. Dua ederken koyduğu sınırları aşmanın en büyüklerinden bir tanesi de, müşriklerin yaptığı gibi, dua ederken kendisiyle birlikte O'ndan başkasına dua etmektir.
التفاسير العربية:
وَلَا تُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ بَعۡدَ إِصۡلَٰحِهَا وَٱدۡعُوهُ خَوۡفٗا وَطَمَعًاۚ إِنَّ رَحۡمَتَ ٱللَّهِ قَرِيبٞ مِّنَ ٱلۡمُحۡسِنِينَ
Yüce Allah’ın, peygamberleri -aleyhimusselam- göndererek ıslah etmesinin ve bir tek O'na itaat etmek üzere orayı imar etmesinin ardından günah işleyerek yeryüzünü ifsat etmeyin. O'nun azabına karşı korku hissederek ve mükâfatını elde etmeyi arzulayıp, bekleyerek, bir tek Allah’a dua edin. Şüphesiz Allah’ın rahmeti hayırsever kimselere çok yakındır. Öyleyse siz de onlardan biri olun.
التفاسير العربية:
وَهُوَ ٱلَّذِي يُرۡسِلُ ٱلرِّيَٰحَ بُشۡرَۢا بَيۡنَ يَدَيۡ رَحۡمَتِهِۦۖ حَتَّىٰٓ إِذَآ أَقَلَّتۡ سَحَابٗا ثِقَالٗا سُقۡنَٰهُ لِبَلَدٖ مَّيِّتٖ فَأَنزَلۡنَا بِهِ ٱلۡمَآءَ فَأَخۡرَجۡنَا بِهِۦ مِن كُلِّ ٱلثَّمَرَٰتِۚ كَذَٰلِكَ نُخۡرِجُ ٱلۡمَوۡتَىٰ لَعَلَّكُمۡ تَذَكَّرُونَ
Yağmurları müjdeleyen rüzgârları gönderen Allah -Subhanehu ve Teâlâ'dır. Rüzgârlar ağır sularla yüklü bulutları taşıyınca onları verimsiz diyarlara sürer ve o beldelere su indiririz. Bu suyla bütün ürün ve ekin çeşitlerinden çıkartıp, bitiririz. Bu şekilde ürünleri çıkardığımız gibi, ölüleri de kabirlerinden diri olarak çıkartırız. Ey insanlar! Bunu Allah’ın kudretini ve eşsiz yaratmasını hatırlamanızı umarak yaptık. Muhakkak Yüce Allah aynı şekilde ölüleri diriltmeye de kadirdir.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• القرآن الكريم كتاب هداية فيه تفصيل ما تحتاج إليه البشرية، رحمة من الله وهداية لمن أقبل عليه بقلب صادق.
Kur'an-ı Kerim bir hidayet kitabıdır ve içinde beşeriyetin ihtiyaç duyduğu her şeyin ayrıntısı bulunur. Allah’tan bir rahmet ve sadık bir kalple karşısına çıkan kimseler için bir hidayet kaynağıdır.

• خلق الله السماوات والأرض في ستة أيام لحكمة أرادها سبحانه، ولو شاء لقال لها: كوني فكانت.
Allah, gökleri ve yeri kendi istediği bir hikmetten ötürü altı günde yarattı. Eğer dileseydi ona; "Ol" derdi ve o da hemen oluverirdi.

• يتعين على المؤمنين دعاء الله تعالى بكل خشوع وتضرع حتى يستجيب لهم بفضله.
Müminler, Allah Teâlâ lütfuyla onlara karşılık verinceye kadar, tüm alçak gönüllülükleriyle ve yalvararak O'na dua etmekle yükümlüdür.

• الفساد في الأرض بكل صوره وأشكاله منهيٌّ عنه.
Yeryüzünde bozgunculuk yapmak bütün çeşitleri ve şekilleriyle yasaklanmıştır.

وَٱلۡبَلَدُ ٱلطَّيِّبُ يَخۡرُجُ نَبَاتُهُۥ بِإِذۡنِ رَبِّهِۦۖ وَٱلَّذِي خَبُثَ لَا يَخۡرُجُ إِلَّا نَكِدٗاۚ كَذَٰلِكَ نُصَرِّفُ ٱلۡأٓيَٰتِ لِقَوۡمٖ يَشۡكُرُونَ
Güzel toprak, bitkilerini Allah’ın izniyle tam ve güzelce çıkartır. Mümin kimse de böyledir. Öğüt dinler, ondan istifade eder ve bu durum salih amelle neticelenir. Çorak tuzlu toprak ise bitkisini ancak hiçbir hayır olmayan zorlukla çıkarır. Kâfirler de böyledir. Öğütlerden faydalanmaz ve bu durum kendisinin de faydalanacağı salih bir amelle neticelenmez. Allah’ın nimetlerine şükreden, onları inkâr etmeyen ve Rablerine itaat eden topluluklara hakkı ispat etmek için tıpkı bu benzersiz çeşitlilikte olduğu gibi kanıtları ve hüccetleri türlü türlü sunarız.
التفاسير العربية:
لَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوۡمِهِۦ فَقَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥٓ إِنِّيٓ أَخَافُ عَلَيۡكُمۡ عَذَابَ يَوۡمٍ عَظِيمٖ
Muhakkak biz Nuh’u, Allah’ı tevhit etmeye ve O'ndan başkasına ibadet etmeyi terk etmeye davet etmek üzere peygamber olarak kavmine gönderdik. Nuh onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Bir tek Allah'a ibadet edin. Sizin ondan başka hak bir mabudunuz yoktur. Ey kavmim! Ben sizin için, küfürde ısrar etmeniz halinde çok büyük bir günün azabından korkuyorum.”
التفاسير العربية:
قَالَ ٱلۡمَلَأُ مِن قَوۡمِهِۦٓ إِنَّا لَنَرَىٰكَ فِي ضَلَٰلٖ مُّبِينٖ
Kavminin ileri gelenleri ve liderleri ona dedi ki: "Ey Nuh! Şüphesiz biz seni apaçık bir şekilde doğrudan uzaklaşmış olarak görüyoruz."
التفاسير العربية:
قَالَ يَٰقَوۡمِ لَيۡسَ بِي ضَلَٰلَةٞ وَلَٰكِنِّي رَسُولٞ مِّن رَّبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ
Nuh, kavminin büyüklerine şöyle cevap verdi: “Ben, sizin ileri sürdüğünüz gibi bir sapkın değilim. Kuşkusuz ben, ancak Rabbimden bir hidayet üzereyim. Ben ancak benim, sizin ve tüm âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’ın sizlere gönderdiği bir peygamberim.”
التفاسير العربية:
أُبَلِّغُكُمۡ رِسَٰلَٰتِ رَبِّي وَأَنصَحُ لَكُمۡ وَأَعۡلَمُ مِنَ ٱللَّهِ مَا لَا تَعۡلَمُونَ
Sizlere, Yüce Allah’ın bana vahyettiği dini tebliğ ediyor, O'nun emirlerini yerine getirmeye davet ediyorum. Sevap olan amellere teşvik ediyor, yasaklarını işlemenizden ve cezayı hak ettiren amellerden korkutuyorum. Böylece sizler için hayır istiyorum. Ben, Allah’ın bana vahiy yoluyla öğrettiği sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum.
التفاسير العربية:
أَوَعَجِبۡتُمۡ أَن جَآءَكُمۡ ذِكۡرٞ مِّن رَّبِّكُمۡ عَلَىٰ رَجُلٖ مِّنكُمۡ لِيُنذِرَكُمۡ وَلِتَتَّقُواْ وَلَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ
Rabbinizden size, aranızdan bildiğiniz bir adamın diliyle bir vahiy ve nasihat gelmesine şaşırıp hayrete mi düştünüz? O, sizin aranızda yaşamış, yalancı, sapkın ve tanımadığınız başka bir tür kimse değildir. Yalanlamanıza ve isyankâr olmanıza karşı sizi Allah’ın azabından korkutmak, emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınarak takvalı olmanız için gelmiştir. O'na iman ettiğiniz zaman umulur ki rahmet edilirsiniz.
التفاسير العربية:
فَكَذَّبُوهُ فَأَنجَيۡنَٰهُ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥ فِي ٱلۡفُلۡكِ وَأَغۡرَقۡنَا ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَآۚ إِنَّهُمۡ كَانُواْ قَوۡمًا عَمِينَ
Kavmi ise onu yalanladı ve ona iman etmeyerek, küfürlerinde devam ettiler. O da Allah’a onları helak etmesi için dua etti. Biz de onu ve gemide onunla beraber olan Müminleri boğulmaktan kurtardık. Ayetlerimizi inkâr edenleri ve yalanlamaya devam edenleri de onlara ceza olarak gönderilen tufanda boğarak helak ettik. Onların kalpleri hakka karşı kördü.
التفاسير العربية:
۞ وَإِلَىٰ عَادٍ أَخَاهُمۡ هُودٗاۚ قَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥٓۚ أَفَلَا تَتَّقُونَ
Âd kavmine de içlerinden bir peygamber olan Hûd -aleyhisselam-‘ı gönderdik. Onlara: "Ey kavmim! Bir tek Allah’a ibadet edin. Sizin, ondan başka hak bir mabudunuz yoktur. Azabından kurtulmak için emirlerini yerine getirerek ve yasaklarından sakınarak ondan korkmaz mısınız?” dedi.
التفاسير العربية:
قَالَ ٱلۡمَلَأُ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَوۡمِهِۦٓ إِنَّا لَنَرَىٰكَ فِي سَفَاهَةٖ وَإِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ ٱلۡكَٰذِبِينَ
Kavminin Allah’ı küfredip, peygamberini yalanlayan ileri gelenleri ve büyükleri dediler ki: “Ey Hûd! Biz kesinlikle biliyoruz ki bizi bir tek Allah'a ibadet etmeye ve putlara ibadet etmeyi terk etmeye davet ederek, sen akılsızlığın ve deliliğin hafifliği içindesin. Biz, peygamber olduğuna dair bize yaptığın çağrında senin kesinlikle yalancı birisi olduğuna inanıyoruz.”
التفاسير العربية:
قَالَ يَٰقَوۡمِ لَيۡسَ بِي سَفَاهَةٞ وَلَٰكِنِّي رَسُولٞ مِّن رَّبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ
Hûd, kavmine cevap olarak şöyle dedi: "Ey kavmim! Bende bir akıl hafifliği veya delilik yok. Bilakis ben âlemlerin Rabbinin bir peygamberiyim.”
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• الأرض الطيبة مثال للقلوب الطيبة حين ينزل عليها الوحي الذي هو مادة الحياة، وكما أن الغيث مادة الحياة، فإن القلوب الطيبة حين يجيئها الوحي، تقبله وتعلمه وتنبت بحسب طيب أصلها، وحسن عنصرها، والعكس.
İyi topraklar, hayat kaynağı olan vahyin üzerine indiği iyi kalplere benzer. Nasıl ki yağmur hayat kaynağı ise bu da böyledir. Muhakkak iyi kalpler vahiy geldiği zaman onu kabul eder, onu öğrenir, köklerinin ve dallarının temizliğine göre yeşerir. İyi olmayan kalplerde ise bunun tam tersidir.

• الأنبياء والمرسلون يشفقون على الخلق أعظم من شفقة آبائهم وأمهاتهم.
Peygamberler ve nebiler, bütün mahlukata karşı annelerinden ve babalarından daha fazla şefkatlidirler.

• من سُنَّة الله إرسال كل رسول من قومه وبلسانهم؛ تأليفًا لقلوب الذين لم تفسد فطرتهم، وتيسيرًا على البشر.
Fıtratı bozulmamış kimselerin kalplerini kazanmak ve insanlara bir kolaylık olması için her peygamberi kendi kavminden ve onların dilinde göndermek Allah’ın sünnetindendir.

• من أعظم السفهاء من قابل الحق بالرد والإنكار، وتكبر عن الانقياد للعلماء والنصحاء، وانقاد قلبه وقالبه لكل شيطان مريد.
Hakkı kabul etmeyerek karşı gelen, âlimlere ve nasihat edenlere karşı büyüklenen, isyankâr her şeytana canı gönülden bağlananlar aklı en kıt olan kimselerdir.

أُبَلِّغُكُمۡ رِسَٰلَٰتِ رَبِّي وَأَنَا۠ لَكُمۡ نَاصِحٌ أَمِينٌ
Rabbimin bana kendisinin tevhit edilmesi ve şeriatından size bildirmemi emrettiklerini tebliğ ediyorum. Ben size tebliğ etmekle emrolunduğum şeyde güvenilir bir nasihatçiyim. Onlara herhangi bir şey eklemiyor veya eksiltmiyorum.
التفاسير العربية:
أَوَعَجِبۡتُمۡ أَن جَآءَكُمۡ ذِكۡرٞ مِّن رَّبِّكُمۡ عَلَىٰ رَجُلٖ مِّنكُمۡ لِيُنذِرَكُمۡۚ وَٱذۡكُرُوٓاْ إِذۡ جَعَلَكُمۡ خُلَفَآءَ مِنۢ بَعۡدِ قَوۡمِ نُوحٖ وَزَادَكُمۡ فِي ٱلۡخَلۡقِ بَصۜۡطَةٗۖ فَٱذۡكُرُوٓاْ ءَالَآءَ ٱللَّهِ لَعَلَّكُمۡ تُفۡلِحُونَ
Rabbinizin, uyarmaları için melek ve cin türünden değil, bilakis sizlerden bir adamın diliyle size vahiy ve nasihatlerle bir peygamber göndermesine şaşırıp hayret mi ettiniz? Rabbinizin sizi yeryüzüne yerleştirmesine ve küfürleri sebebiyle helak ettiği Nuh kavminin ardından sizi yeryüzünün halifeleri kılmasına hamt ve şükredin. Sizi; iri cüsseli, güçlü, şiddetli ve cesaret bakımından başkalarından üstün kıldığı için Allah’a şükredin. Muradını elde etmeyi ve korkulandan kurtulmayı ümit ederek, Allah’ın sizin üzerinize olan çok geniş nimetlerini anın.
التفاسير العربية:
قَالُوٓاْ أَجِئۡتَنَا لِنَعۡبُدَ ٱللَّهَ وَحۡدَهُۥ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعۡبُدُ ءَابَآؤُنَا فَأۡتِنَا بِمَا تَعِدُنَآ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
Kavmi ona dedi ki: “Ey Hûd! Bize bir tek Allah’a ibadet etmemizi ve babalarımızın ibadet ettiklerini terk etmemizi emretmek için mi geldin? Eğer vadettiğinde doğru söylüyorsan, bize vadettiğin azabı getir bakalım.”
التفاسير العربية:
قَالَ قَدۡ وَقَعَ عَلَيۡكُم مِّن رَّبِّكُمۡ رِجۡسٞ وَغَضَبٌۖ أَتُجَٰدِلُونَنِي فِيٓ أَسۡمَآءٖ سَمَّيۡتُمُوهَآ أَنتُمۡ وَءَابَآؤُكُم مَّا نَزَّلَ ٱللَّهُ بِهَا مِن سُلۡطَٰنٖۚ فَٱنتَظِرُوٓاْ إِنِّي مَعَكُم مِّنَ ٱلۡمُنتَظِرِينَ
Hûd onlara cevap olarak şöyle dedi: “Kesinlikle Yüce Allah’ın azap ve gazabını üzerinize gerekli kıldınız. Böylece bu azap kaçınılmaz olarak üzerinizde gerçekleşecektir. Sizin ve babalarınızın ilah olarak isimlendirdiği hiçbir hakikati olmayan putlar hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? İlah olduklarına dair iddia ettiğiniz husus hakkında Allah hiçbir delil indirmemiştir. Aceleyle istediğiniz azabı bekleyin bakalım. Ben de sizinle beraber bekliyorum. O, mutlaka gerçekleşecektir.”
التفاسير العربية:
فَأَنجَيۡنَٰهُ وَٱلَّذِينَ مَعَهُۥ بِرَحۡمَةٖ مِّنَّا وَقَطَعۡنَا دَابِرَ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَاۖ وَمَا كَانُواْ مُؤۡمِنِينَ
Hûd -aleyhisselam- ve onunla beraber olan Müminleri katımızdan bir merhametle selamette kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları ve Mümin olmayanları da helak ederek yok ettik. Bilakis onlar yalanlamalarından ötürü azaba müstahak oldular.
التفاسير العربية:
وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمۡ صَٰلِحٗاۚ قَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥۖ قَدۡ جَآءَتۡكُم بَيِّنَةٞ مِّن رَّبِّكُمۡۖ هَٰذِهِۦ نَاقَةُ ٱللَّهِ لَكُمۡ ءَايَةٗۖ فَذَرُوهَا تَأۡكُلۡ فِيٓ أَرۡضِ ٱللَّهِۖ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوٓءٖ فَيَأۡخُذَكُمۡ عَذَابٌ أَلِيمٞ
Semud kavmine de onları Allah’ı tevhit etmeye ve O'na ibadet etmeye davet etsin diye kardeşleri Salih’i gönderdik. Salih onlara dedi ki: “Ey kavmim! Bir tek Allah’a ibadet edin. Sizin ondan başka ibadet edilmeye layık mabudunuz yoktur. Muhakkak size getirdiğimin doğruluğuna dair Allah’tan apaçık bir ayet geldi. Kayadan çıkan bir deve şeklinde bu mucize gerçekleşti. Su içmesi için ona ait belli bir vakit, sizin için belli günlerde içeceğiniz belli bir vaktiniz vardır. Bu deveye dokunmayın, bırakın Yüce Allah’ın arzında yesin. Sizin, onun azığını karşılamak gibi bir yükümlülüğünüz yoktur. Ona hiçbir şekilde eziyet etmeyin. Yoksa ona eziyet etmeniz sebebiyle size elem verici bir azap isabet eder.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• ينبغي التّحلّي بالصبر في الدعوة إلى الله تأسيًا بالأنبياء عليهم السلام.
Allah’a davet ederken peygamberleri -aleyhimusselam- örnek alarak, sabırla süslenmek gerekir.

• من أولويات الدعوة إلى الله الدعوة إلى عبادة الله وحده لا شريك له، ورفض الإشراك به ونبذه.
Hiçbir ortağı olmayan bir tek Allah’a ibadet etmeye davet etmek ve O'na şirk koşmaya karşı çıkarak bunu terk etmek, Allah’a davetin önceliklerindendir.

• الاغترار بالقوة المادية والجسدية يصرف صاحبها عن الاستجابة لأوامر الله ونواهيه.
Maddi ve fiziksel güce aldanmak kişiyi Allah’ın emir ve yasaklarına itaat etmekten alıkoyar.

• النبي يكون من جنس قومه، لكنه من أشرفهم نسبًا، وأفضلهم حسبًا، وأكرمهم مَعْشرًا، وأرفعهم خُلُقًا.
Peygamberler, gönderildiği kavmin ırkından olurlar. Fakat soy bakımından en şereflisi, nesep olarak en üstünü, millet olarak da en cömerdi ve en yüksek ahlaklılarıdır.

• الأنبياء وورثتهم يقابلون السّفهاء بالحِلم، ويغضُّون عن قول السّوء بالصّفح والعفو والمغفرة.
Peygamberler ve onların mirasçıları, sefih olan kimseleri ağır başlılıkla karşılarlar. Kötü sözleri affederek, bağışlayarak ve merhamet ederek görmezlikten gelirler.

وَٱذۡكُرُوٓاْ إِذۡ جَعَلَكُمۡ خُلَفَآءَ مِنۢ بَعۡدِ عَادٖ وَبَوَّأَكُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ تَتَّخِذُونَ مِن سُهُولِهَا قُصُورٗا وَتَنۡحِتُونَ ٱلۡجِبَالَ بُيُوتٗاۖ فَٱذۡكُرُوٓاْ ءَالَآءَ ٱللَّهِ وَلَا تَعۡثَوۡاْ فِي ٱلۡأَرۡضِ مُفۡسِدِينَ
Yüce Allah Âd kavminin ardından sizleri yeryüzüne göndermiştir. Yüce Allah'ın bu nimetini sürekli anın. Faydalanmanız için sizleri onların topraklarına yerleştirdi ve böylece arzuladığınız şeyleri elde ettiniz. Bütün bunlar, Âd kavminin küfürde ve yalanlamada ısrar etmesi sebebiyle helak olmasının ardından gerçekleşti. Yeryüzünün ovalarında saraylar inşa ediyor ve dağları kendinize evler yapmak için yontuyorsunuz. Allah’a şükretmek için Allah’ın sizin üzerinizde olan nimetlerini çokça hatırlayın. Yeryüzünde bozgunculuk yapmayı bırakın. Bu da Allah’a karşı küfrü ve günahları terk ederek olur.
التفاسير العربية:
قَالَ ٱلۡمَلَأُ ٱلَّذِينَ ٱسۡتَكۡبَرُواْ مِن قَوۡمِهِۦ لِلَّذِينَ ٱسۡتُضۡعِفُواْ لِمَنۡ ءَامَنَ مِنۡهُمۡ أَتَعۡلَمُونَ أَنَّ صَٰلِحٗا مُّرۡسَلٞ مِّن رَّبِّهِۦۚ قَالُوٓاْ إِنَّا بِمَآ أُرۡسِلَ بِهِۦ مُؤۡمِنُونَ
Kavminin kibirli olan ileri gelenleri ve önderleri, kavimlerinden hor gördükleri Müminlere şöyle dediler: "Ey müminler! Salih’in, gerçekten Allah’ın bir peygamberi olduğunu biliyor musunuz?" Hor görülen Müminler onlara cevap olarak dediler ki: "Şüphesiz biz, Salih’in kendisiyle bize gönderilenleri doğruluyor, kabul ve itaat ediyoruz. Ayrıca dini ile de amel ediyoruz."
التفاسير العربية:
قَالَ ٱلَّذِينَ ٱسۡتَكۡبَرُوٓاْ إِنَّا بِٱلَّذِيٓ ءَامَنتُم بِهِۦ كَٰفِرُونَ
Kavminden büyüklenenler dediler ki: "Ey müminler! Şüphesiz biz sizin tasdik ettiğinize iman etmiyor, bilakis küfrediyoruz. Onun şeriatıyla da amel etmiyoruz."
التفاسير العربية:
فَعَقَرُواْ ٱلنَّاقَةَ وَعَتَوۡاْ عَنۡ أَمۡرِ رَبِّهِمۡ وَقَالُواْ يَٰصَٰلِحُ ٱئۡتِنَا بِمَا تَعِدُنَآ إِن كُنتَ مِنَ ٱلۡمُرۡسَلِينَ
Allah’ın emirlerini yerine getirmekten büyüklenerek, kendilerine eziyet etmeleri yasak kılınan deveyi kestiler. Alay ederek ve Salih'in onlara vadettiklerini imkansız görerek şöyle dediler: "Ey Salih! Eğer gerçekten Allah’ın bir peygamberiysen, bize tehditle vadettiğin elem verici azabı getir bakalım.”
التفاسير العربية:
فَأَخَذَتۡهُمُ ٱلرَّجۡفَةُ فَأَصۡبَحُواْ فِي دَارِهِمۡ جَٰثِمِينَ
Kâfirlere, acele ettikleri azap geldi. Öyle ki, şiddetli bir deprem onları yakalayıverdi. Böylece yüzleri ve dizleri yere yapışmış olarak yere yığıldılar. Onlardan hiçbiri helak olmaktan kurtulamadı.
التفاسير العربية:
فَتَوَلَّىٰ عَنۡهُمۡ وَقَالَ يَٰقَوۡمِ لَقَدۡ أَبۡلَغۡتُكُمۡ رِسَالَةَ رَبِّي وَنَصَحۡتُ لَكُمۡ وَلَٰكِن لَّا تُحِبُّونَ ٱلنَّٰصِحِينَ
Salih -aleyhisselam- kendisine icabet etmelerinden ümitsizliğe kapılmasının ardından kavminden yüz çevirerek onlara dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz Allah’ın size bildirmemi emrettiklerini sizlere ulaştırdım. Teşvik ederek ve korkutarak sizlere nasihat ettim. Fakat sizler, şevk ile sizi hayra ulaştırmak ve şerden uzaklaştırmak isteyen nasihatçileri sevmeyen bir topluluksunuz.”
التفاسير العربية:
وَلُوطًا إِذۡ قَالَ لِقَوۡمِهِۦٓ أَتَأۡتُونَ ٱلۡفَٰحِشَةَ مَا سَبَقَكُم بِهَا مِنۡ أَحَدٖ مِّنَ ٱلۡعَٰلَمِينَ
Lût'un, kavmini kınayarak; "Erkeklere yanaşarak, bu iğrenç, kınanmış ameli mi işliyorsunuz? Uydurmuş olduğunuz bu işi sizden önce hiç kimse işlememiştir." dediğini hatırla!
التفاسير العربية:
إِنَّكُمۡ لَتَأۡتُونَ ٱلرِّجَالَ شَهۡوَةٗ مِّن دُونِ ٱلنِّسَآءِۚ بَلۡ أَنتُمۡ قَوۡمٞ مُّسۡرِفُونَ
Sizler; şehvetinizi gidermede, şehvetin giderilmesi için yaratılmış kadınları bırakıp da erkeklere yanaşıyorsunuz. Bu yaptığınız işte ne akla, ne ayetlere, ne de fıtrata uydunuz. Bilakis sizler, beşerin tuttuğu orta yolun sınırlarını aşarak, aklıselimden ve saygın fıtratın gerektirdiğinden saptınız. Böylece Yüce Allah’ın belirlemiş olduğu sınırları aştınız.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• الاستكبار يتولد غالبًا من كثرة المال والجاه، وقلة المال والجاه تحمل على الإيمان والتصديق والانقياد غالبًا.
Genellikle kibir, aşırı mal ve itibardan kaynaklanır. Mal ve itibarın az olması çoğunlukla insanı, tasdik ile iman etmeye ve emirlere itaat etmeye sürükler.

• جواز البناء الرفيع كالقصور ونحوها؛ لأن من آثار النعمة: البناء الحسن مع شكر المنعم.
Saray ve benzeri yüksek yapılar inşa etmek caizdir. Çünkü nimetleri bahşedene şükrederek güzel bir bina inşa etmek kişiye verilen nimetin emarelerindendir.

• الغالب في دعوة الأنبياء أن يبادر الضعفاء والفقراء إلى الإصغاء لكلمة الحق التي جاؤوا بها، وأما السادة والزعماء فيتمردون ويستعلون عليها.
Peygamberlerin yapmış olduğu davet aracılığı ile getirilmiş olan hak söze çoğunlukla zayıf ve fakir kimseler kulak verirler. İleri gelenler ve önder kimseler ise azarak inat eder ve büyüklenirler.

• قد يعم عذاب الله المجتمع كله إذا كثر فيه الخَبَث، وعُدم فيه الإنكار.
Yüce Allah’ın gönderdiği azap, pisliklerin çoğaldığı ve bu pisliklere tepki gösteren kimselerin bulunmadığı toplulukların genelini kapsayabilir.

وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوۡمِهِۦٓ إِلَّآ أَن قَالُوٓاْ أَخۡرِجُوهُم مِّن قَرۡيَتِكُمۡۖ إِنَّهُمۡ أُنَاسٞ يَتَطَهَّرُونَ
Bu ahlaksızlığı işleyen Lût kavmi haktan yüz çevirmiş ve kendilerine bu yaptıklarından dolayı inkârda bulunanlara karşı şöyle demişlerdir: "Lût'u ve ailesini beldenizden çıkartın. Şüphesiz onlar yapmış olduğumuz bu işten uzak duran kimselerdir. Onların bizler arasında kalmasına izin vermek bize yakışmaz.”
التفاسير العربية:
فَأَنجَيۡنَٰهُ وَأَهۡلَهُۥٓ إِلَّا ٱمۡرَأَتَهُۥ كَانَتۡ مِنَ ٱلۡغَٰبِرِينَ
Biz de onlara, gece azabın meydana geleceği beldeden çıkmalarını emrederek onu ve karısı hariç bütün ailesini kurtardık. Karısı, kavmiyle beraber kalanlar arasındaydı ve ona da geride kalanlara isabet eden azap isabet etti.
التفاسير العربية:
وَأَمۡطَرۡنَا عَلَيۡهِم مَّطَرٗاۖ فَٱنظُرۡ كَيۡفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلۡمُجۡرِمِينَ
Onları çamurdan taşlarla taşlayarak üzerlerine çok şiddetli bir yağmur yağdırdık ve o beldeyi baş aşağıya çevirerek altını üstüne getirdik. -Ey Peygamber!- Günahkâr bu kavmin akıbetinin nasıl son bulduğu hakkında bir düşün? Yok olmak ve devamlı bir rezil rüsvalık ile hayatları son buldu.
التفاسير العربية:
وَإِلَىٰ مَدۡيَنَ أَخَاهُمۡ شُعَيۡبٗاۚ قَالَ يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥۖ قَدۡ جَآءَتۡكُم بَيِّنَةٞ مِّن رَّبِّكُمۡۖ فَأَوۡفُواْ ٱلۡكَيۡلَ وَٱلۡمِيزَانَ وَلَا تَبۡخَسُواْ ٱلنَّاسَ أَشۡيَآءَهُمۡ وَلَا تُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ بَعۡدَ إِصۡلَٰحِهَاۚ ذَٰلِكُمۡ خَيۡرٞ لَّكُمۡ إِن كُنتُم مُّؤۡمِنِينَ
Medyen kavmine de kardeşleri Şuayb -aleyhisselam-'ı gönderdik. Şuayb onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Bir tek Allah’a ibadet edin. O'ndan başka ibadet edilmeye müstahak bir mabut yoktur. Sizlere Rabbimden getirmiş olduğumun doğruluğuna delalet eden, Allah’tan apaçık bir kanıt ve aşikâr deliller gelmiştir. Kilo ve ölçüyü tam tutarak insanlara haklarını verin. Mallarını kusurlu kılarak, miktarını azaltarak veya sahiplerini kandırarak insanların mallarından eksiltmeyin. Peygamberler gönderilerek ıslah edilmesinin ardından küfür ve günah işleyerek yeryüzünü ifsat etmeyin. Eğer Müminler iseniz, Allah’ın yasaklarından sakının, günahları terk edin. Yüce Allah’ın emrettiği şeyleri de yerine getirin. Zira bu emirlerin yerine getirilmesi kişiyi Yüce Allah'a yakınlaştırır.
التفاسير العربية:
وَلَا تَقۡعُدُواْ بِكُلِّ صِرَٰطٖ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ ٱللَّهِ مَنۡ ءَامَنَ بِهِۦ وَتَبۡغُونَهَا عِوَجٗاۚ وَٱذۡكُرُوٓاْ إِذۡ كُنتُمۡ قَلِيلٗا فَكَثَّرَكُمۡۖ وَٱنظُرُواْ كَيۡفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلۡمُفۡسِدِينَ
İnsanları tehdit ederek onların mallarını haksız yere alıp, el koymak için yolların başına oturmayın. Yüce Allah’ın dinine ulaşmak isteyen kimseleri doğru yoldan alı koymayın. Sizler böyle yaparak Allah'ın yolunun bozuk/yamuk olmasını ve insanların bu yola girmemesini arzulamaktasınız. Nimetlerinden dolayı O'na şükretmek için, Allah’ın üzerinize olan nimetlerini çokça hatırlayın. Sizler sayıca çok azdınız da o sizlerin sayısını çoğalttı. Yeryüzünde sizden önceki bozguncuların akıbetlerinin nasıl olduğuna dikkat edin. Şüphesiz akıbetleri helak ve harap olmaktı.
التفاسير العربية:
وَإِن كَانَ طَآئِفَةٞ مِّنكُمۡ ءَامَنُواْ بِٱلَّذِيٓ أُرۡسِلۡتُ بِهِۦ وَطَآئِفَةٞ لَّمۡ يُؤۡمِنُواْ فَٱصۡبِرُواْ حَتَّىٰ يَحۡكُمَ ٱللَّهُ بَيۡنَنَاۚ وَهُوَ خَيۡرُ ٱلۡحَٰكِمِينَ
Rabbimden getirdiğime sizden bir grup iman etmiş ve diğer bir grup ta iman etmemiştir. Ey Yalanlayanlar! Hüküm verenlerin en hayırlısı ve en adaletlisi olan Yüce Allah, aranızda hüküm verene kadar bekleyin bakalım.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• اللواط فاحشة تدلُّ على انتكاس الفطرة، وناسب أن يكون عقابهم من جنس عملهم فنكس الله عليهم قُراهم.
Livatalık, fıtratın altüst olduğunu gösteren ahlaksız bir günahtır. Bu yüzden Yüce Allah onların beldelerini altüst ederek çevirmiştir. Böylece işlemiş oldukları günahın türünden bir ceza kendilerine gönderilmiştir.

• تقوم دعوة الأنبياء - ومنهم شعيب عليه السلام - على أصلين: تعظيم أمر الله: ويشمل الإقرار بالتوحيد وتصديق النبوة. والشفقة على خلق الله: ويشمل ترك البَخْس وترك الإفساد وكل أنواع الإيذاء.
Şuayb -aleyhisselam- 'ın da içinde bulunduğu bütün peygamberler tarafından yapılan davet şu iki temel üzerine dayanır: Yüce Allah’ın emirlerini tazim etmek. Bu esas, tevhidi ikrar etmeyi ve peygamberleri tasdik etmeyi kapsar. Yaratılanlara karşı merhametli olmak. Bu esas ise hak yemek, bozgunculuk yapmak ve bütün çeşitleriyle canlılara eziyet etmek gibi davranışları terk etmeyi kapsar.

• الإفساد في الأرض بعد الإصلاح جُرْم اجتماعي في حق الإنسانية؛ لأن صلاح الأرض بالعقيدة والأخلاق فيه خير للجميع، وإفساد الأرض عدوان على الناس.
Yeryüzünün ıslah edilmesinin ardından bozgunculuk yapmak insanlık adına işlenmiş toplumsal bir suçtur. Çünkü yeryüzünün inanç ve ahlak bakımından düzelmesi bütün herkes için hayırlıdır. Yeryüzünün ifsadı ise insanlara karşı haksızlık etmektir.

• من أعظم الذنوب وأكبرها وأشدها وأفحشها أخذُ ما لا يحقُّ أخذه شرعًا من الوظائف المالية بالقهر والجبر؛ فإنه غصب وظلم وعسف على الناس وإذاعة للمنكر وعمل به ودوام عليه وإقرار له.
Günahların en azim, en büyük, en şiddetli ve en çirkinlerinden biri de, dinen haksızlık yaparak bir mülke, zor kullanarak, cebren el koymaktır. Bu şüphesiz gasp, zulüm, gaddarlık ve insanlara karşı münkeri yaymak, onunla amel etmek, üzerinde ısrar etmek ve onu kabul etmek demektir.

۞ قَالَ ٱلۡمَلَأُ ٱلَّذِينَ ٱسۡتَكۡبَرُواْ مِن قَوۡمِهِۦ لَنُخۡرِجَنَّكَ يَٰشُعَيۡبُ وَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مَعَكَ مِن قَرۡيَتِنَآ أَوۡ لَتَعُودُنَّ فِي مِلَّتِنَاۚ قَالَ أَوَلَوۡ كُنَّا كَٰرِهِينَ
Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayanlardan ileri gelen önderleri Şuayb -aleyhisselam-'a dediler ki: "Ey Şuayb! Elbette seni ve seninle birlikte seni tasdik edenleri mutlaka memleketimizden çıkaracağız yahut mutlaka dinimize döneceksiniz." Şuayb onlara şaşırarak ve düşünceli bir şekilde: "Üzerinde bulunduğunuzun batıl olduğunu bilmemize rağmen dininize ve milletinize istemeye istemeye mi tabi olalım?" dedi.
التفاسير العربية:
قَدِ ٱفۡتَرَيۡنَا عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا إِنۡ عُدۡنَا فِي مِلَّتِكُم بَعۡدَ إِذۡ نَجَّىٰنَا ٱللَّهُ مِنۡهَاۚ وَمَا يَكُونُ لَنَآ أَن نَّعُودَ فِيهَآ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ رَبُّنَاۚ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيۡءٍ عِلۡمًاۚ عَلَى ٱللَّهِ تَوَكَّلۡنَاۚ رَبَّنَا ٱفۡتَحۡ بَيۡنَنَا وَبَيۡنَ قَوۡمِنَا بِٱلۡحَقِّ وَأَنتَ خَيۡرُ ٱلۡفَٰتِحِينَ
Bizler üzerinde bulunduğunuz şirk ve küfre Yüce Allah'ın bizi bunlardan selamette kılmasından sonra inanacak olursak Allah'a karşı yalan söylemiş oluruz. Sizin batıl olan bu dininize tekrardan dönmemiz asla doğru ve isabetli olmaz. Ancak Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın dilemesi başka. Zira her canlı Yüce Allah'ın dilemesine boyun eğmiştir. Rabbimiz ilmiyle her şeyi kuşatmıştır, hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Bizi dosdoğru yolda sabit kılması ve cehennemin yollarından koruması için yalnızca Allah'a dayanıp güvendik. Rabbimiz! Bizimle kâfir kavmimizin arasında adaletle hükmet! Sen, mazlum hak sahibine inatçı zalim karşısında yardım et! Rabbimiz! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.
التفاسير العربية:
وَقَالَ ٱلۡمَلَأُ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ مِن قَوۡمِهِۦ لَئِنِ ٱتَّبَعۡتُمۡ شُعَيۡبًا إِنَّكُمۡ إِذٗا لَّخَٰسِرُونَ
Şuayb'ın kavminden büyüklük taslayan, tevhit davetini reddeden ileri gelen kâfirler, Şuayb ve dininden tahzir ederek şöyle dediler: "Ey Kavmimiz! Eğer Şuayb'ın dinine girerseniz, kendi dininizi ve babalarınızın dinini terk etmiş olursunuz. Bundan dolayı siz mutlaka helak olursunuz."
التفاسير العربية:
فَأَخَذَتۡهُمُ ٱلرَّجۡفَةُ فَأَصۡبَحُواْ فِي دَارِهِمۡ جَٰثِمِينَ
Onları şiddetli sarsıntı, zelzele yakalamıştı da diyarlarında diz üstü çöküp yüzüstü uzanarak oldukları yerde ölmüş halde kaldılar.
التفاسير العربية:
ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ شُعَيۡبٗا كَأَن لَّمۡ يَغۡنَوۡاْ فِيهَاۚ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ شُعَيۡبٗا كَانُواْ هُمُ ٱلۡخَٰسِرِينَ
Şuayb'ı yalanlayanların hepsi helak oldular. Sanki orada yaşamamış ve orada hiçbir şeyden de istifade etmemiş gibiydiler. Şuayb'ı yalanlayanların asıl kendileri ziyana uğrayanlardır. Çünkü onlar hem kendilerini hem de sahip oldukları bütün varlıklarını (mallarını) ziyana uğrattılar. O'nun kavminden Mümin olanlar ise, yalanlayan kâfirlerin iddia ettiği gibi ziyana uğrayanlardan olmadılar.
التفاسير العربية:
فَتَوَلَّىٰ عَنۡهُمۡ وَقَالَ يَٰقَوۡمِ لَقَدۡ أَبۡلَغۡتُكُمۡ رِسَٰلَٰتِ رَبِّي وَنَصَحۡتُ لَكُمۡۖ فَكَيۡفَ ءَاسَىٰ عَلَىٰ قَوۡمٖ كَٰفِرِينَ
Helak olduklarında peygamberleri Şuayb -aleyhisselam- onlardan yüz çevirdi ve onlara hitap ederek dedi ki: "Ey kavmim! Kesinlikle ben Rabbimin size tebliğ etmemi emrettiklerini tebliğ ettim ve nasihat ettim. Fakat siz nasihatimi kabul etmediniz ve yönlendirmeme boyun eğmediniz. Artık Allah'a karşı küfreden ve küfründe ısrar eden bir kavme karşı nasıl üzülebilirim?"
التفاسير العربية:
وَمَآ أَرۡسَلۡنَا فِي قَرۡيَةٖ مِّن نَّبِيٍّ إِلَّآ أَخَذۡنَآ أَهۡلَهَا بِٱلۡبَأۡسَآءِ وَٱلضَّرَّآءِ لَعَلَّهُمۡ يَضَّرَّعُونَ
Kendilerine peygamber gönderdiğimiz memleketlerin halkı, o peygamberi yalanlayıp, kâfir olurlarsa, bizler de onları yoksulluk, sıkıntı ve hastalıklarla yakalarız. Böylece Allah'a boyun eğerek, üzerinde oldukları küfür ve büyüklük taslamayı terk edip, bırakmalarını umarız. Bu Kureyş kabilesi ve Allah'ın sünnetini yalanlayıp, kâfir olan yalanlayıcı topluluklar için bir uyarıdır.
التفاسير العربية:
ثُمَّ بَدَّلۡنَا مَكَانَ ٱلسَّيِّئَةِ ٱلۡحَسَنَةَ حَتَّىٰ عَفَواْ وَّقَالُواْ قَدۡ مَسَّ ءَابَآءَنَا ٱلضَّرَّآءُ وَٱلسَّرَّآءُ فَأَخَذۡنَٰهُم بَغۡتَةٗ وَهُمۡ لَا يَشۡعُرُونَ
Sonra kötülüğü, fakirliği, darlığı ve hastalığı değiştirip yerine iyilik, hayır, bolluk ve güven verdik de halkın sayısı çoğaldı, malları bollaşıp arttı ve ardından şöyle dediler: "Bizim başımıza gelen şer ve hayırlar olağan bir döngüdür. Daha önce bizim atalarımız da böyle darlığa düşmüşler ve sonra bolluk görmüşlerdi." Başlarına gelen bu sıkıntılardan ibret almaları ve kendilerine verilen bu nimetlerin de istidrac olduğunu anlamaları istenmişti. Biz de kendilerini, hiç farkında olmadıkları ve beklemedikleri bir sırada ansızın yakalayıp cezalandırdık.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• من مظاهر إكرام الله لعباده الصالحين أنه فتح لهم أبواب العلم ببيان الحق من الباطل، وبنجاة المؤمنين، وعقاب الكافرين.
Allah'ın salih kullarına ikramının emarelerinden bir tanesi de, onlara hakkı batıldan ayırmaları, Müminlerin kazanıp kâfirlerin cezalandırılması için ilim kapılarını açmasıdır.

• من سُنَّة الله في عباده الإمهال؛ لكي يتعظوا بالأحداث، ويُقْلِعوا عما هم عليه من معاص وموبقات.
Allah'ın kulları üzerindeki sünnetlerinden bir tanesi de onlara süre tanıyıp, mühlet vermesidir. Böylece kullar, yaşanmış olaylardan ders alır ve işlemeye devam ettikleri büyük günahları ve yaptıkları isyanı terk ederler.

• الابتلاء بالشدة قد يصبر عليه الكثيرون، ويحتمل مشقاته الكثيرون، أما الابتلاء بالرخاء فالذين يصبرون عليه قليلون.
Çetin imtihanlara birçok kimse sabredebilir ve zorluğuna dayanabilir. Ancak bolluk ve nimetlerle imtihan olunmaya sabredenler ise çok azdır.

وَلَوۡ أَنَّ أَهۡلَ ٱلۡقُرَىٰٓ ءَامَنُواْ وَٱتَّقَوۡاْ لَفَتَحۡنَا عَلَيۡهِم بَرَكَٰتٖ مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلَٰكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذۡنَٰهُم بِمَا كَانُواْ يَكۡسِبُونَ
Eğer kendilerine peygamberlerimizi gönderdiğimiz o memleketlerin halkı resullerimizin onlara getirdiklerine içtenlikle iman edip tasdik etselerdi, Rablerinden korkup küfrü ve günah işlemeyi terk edip emirlerine uysalardı, biz de onlara hayır kapılarını her taraftan açardık. Fakat onlar tasdik etmediler, takvalı da olmadılar, bilakis resullerinin kendilerine getirdiğini yalanladılar. Biz de onları işledikleri günah ve suçları sebebiyle aniden azap ederek yakalayıverdik.
التفاسير العربية:
أَفَأَمِنَ أَهۡلُ ٱلۡقُرَىٰٓ أَن يَأۡتِيَهُم بَأۡسُنَا بَيَٰتٗا وَهُمۡ نَآئِمُونَ
Yoksa yalanlayan o ülkelerin halkı azabımızın geceleyin, onlar uykuda rahat ve tam sükûnet içerisinde iken başlarına gelmesinden güvende mi oldular?
التفاسير العربية:
أَوَأَمِنَ أَهۡلُ ٱلۡقُرَىٰٓ أَن يَأۡتِيَهُم بَأۡسُنَا ضُحٗى وَهُمۡ يَلۡعَبُونَ
Ya da o ülkelerin halkı azabımızın günün ilk vaktinde (kuşluk vakti) onlar dünya işleriyle meşgul iken başlarına gelmesinden güvende mi oldular?
التفاسير العربية:
أَفَأَمِنُواْ مَكۡرَ ٱللَّهِۚ فَلَا يَأۡمَنُ مَكۡرَ ٱللَّهِ إِلَّا ٱلۡقَوۡمُ ٱلۡخَٰسِرُونَ
Onlara bakıp, ibret alın. Zira Yüce Allah onlara istidrac olarak mühlet ve bir süre vermiş, kuvvet ve rızıklarında bolluk bahşetmiş ve böylece onları adım adım azaba yakınlaştırmıştır. Yalanlayan o ülkelerin halkı Yüce Allah'ın gizli bir şekilde onlar için hazırlamış olduğu tuzağından emin mi oldular? Hâlbuki Allah'ın tuzağından, hüsrana uğrayan kimselerden başkası güvende olamaz. Fakat, muvaffak olanlar şüphesiz Allah'ın tuzağına uğramaktan korkarlar. Allah'ın kendilerine vermiş olduğu nimetlere aldanmazlar. Onlar ancak Allah'ın kendilerine olan ihsanını görürler ve O'na bunun için şükrederler.
التفاسير العربية:
أَوَلَمۡ يَهۡدِ لِلَّذِينَ يَرِثُونَ ٱلۡأَرۡضَ مِنۢ بَعۡدِ أَهۡلِهَآ أَن لَّوۡ نَشَآءُ أَصَبۡنَٰهُم بِذُنُوبِهِمۡۚ وَنَطۡبَعُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمۡ فَهُمۡ لَا يَسۡمَعُونَ
Günahları sebebiyle kendilerinden önce helak olanların yerine yeryüzüne varis olanlar için bu gerçek belli olup ta onların başına gelenlerden ibret almadılar mı? Bilakis öncekilerin yapmış oldukları şeyleri kendileri de yaptılar. Yüce Allah şayet dileseydi yeryüzünde bir kural olarak günahları sebebiyle onların başına bir azap gönderirdi. Kalplerini mühürler, ardından hiçbir öğüt tutmaz ve hiçbir hatırlatma da fayda vermez hale gelirdi. Onlar bunu hâlâ anlamadılar mı?
التفاسير العربية:
تِلۡكَ ٱلۡقُرَىٰ نَقُصُّ عَلَيۡكَ مِنۡ أَنۢبَآئِهَاۚ وَلَقَدۡ جَآءَتۡهُمۡ رُسُلُهُم بِٱلۡبَيِّنَٰتِ فَمَا كَانُواْ لِيُؤۡمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ مِن قَبۡلُۚ كَذَٰلِكَ يَطۡبَعُ ٱللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِ ٱلۡكَٰفِرِينَ
İşte bunlar önce ki Nuh, Hud, Salih, Lût, Şuayb'ın memleketleridir. -Ey Resul!- Sana onların haberlerini okuyoruz ve onların içinde bulundukları yalanlama, inat ve bunlar sebebi ile başlarına gelen helak oluşları hakkında seni haberdar ediyoruz ki, bütün bunlar ibret alanlar için bir ibret ve öğüt alanlar için de bir öğüt olsun. Kesinlikle bu ülkelerin resulleri sadık olduklarını ispat eden apaçık delillerle gelmişlerdi. Zaten Allah'ın ezelî ilminde sabit olduğu üzere resullerin onlara gelmesinden sonra da onlar iman etmeyecekler ve yalanlayacaklardı. Yüce Allah, resullerini yalanlayan bu ülkelerin halklarının kalplerini mühürlediği gibi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e iman etmeyip, kafir olanların kalplerini de mühürler. Böylece iman etmek için hidayet bulamazlar.
التفاسير العربية:
وَمَا وَجَدۡنَا لِأَكۡثَرِهِم مِّنۡ عَهۡدٖۖ وَإِن وَجَدۡنَآ أَكۡثَرَهُمۡ لَفَٰسِقِينَ
Kendilerine resuller gönderilen ümmetlerin çoğunda Allah'ın onlara vasiyet ettiklerine karşı ahde vefa ve iltizam bulmadığımız gibi emirlere uyma diye bir şey de bulmadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu Allah'a itaat etmekten çıkmış bulduk.
التفاسير العربية:
ثُمَّ بَعَثۡنَا مِنۢ بَعۡدِهِم مُّوسَىٰ بِـَٔايَٰتِنَآ إِلَىٰ فِرۡعَوۡنَ وَمَلَإِيْهِۦ فَظَلَمُواْ بِهَاۖ فَٱنظُرۡ كَيۡفَ كَانَ عَٰقِبَةُ ٱلۡمُفۡسِدِينَ
O resullerden sonra Musa -aleyhisselam-'ı apaçık mucizeler ve onun doğruluğunu ispat eden delillerimiz ile Firavun'a ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr edip, küfrettiler. Ey Resul! Derin derin düşün! Firavun'un ve kavminin akıbeti nasıl oldu? Yüce Allah onları denizde boğarak helak etti. Dünyada ve ahirette peşlerine lanet taktık.
التفاسير العربية:
وَقَالَ مُوسَىٰ يَٰفِرۡعَوۡنُ إِنِّي رَسُولٞ مِّن رَّبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ
Allah, Musa'yı Firavun'a gönderince ona geldi ve şöyle dedi: "Ey Firavun! Kuşkusuz ben bütün yaratılmışların yaratıcısı, maliki ve onların bütün işlerini idare eden Yüce Allah tarafından gönderilmiş bir resulüm."
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• الإيمان والعمل الصالح سبب لإفاضة الخيرات والبركات من السماء والأرض على الأمة.
İman ve salih amel, ümmet üzerine göklerden ve yerden hayır ve bereketin inip, çoğalmasına sebep olur.

• الصلة وثيقة بين سعة الرزق والتقوى، وإنْ أنعم الله على الكافرين فإن هذا استدراج لهم ومكر بهم.
Rızkın geniş olması ile takva arasında güçlü bir bağ vardır. Allah küfürlerine rağmen kâfirleri rızıklandırıyorsa; bilinmelidir ki bu onlar için bir istidrac ve tuzaktır.

• على العبد ألا يأمن من عذاب الله المفاجئ الذي قد يأتي في أية ساعة من ليل أو نهار.
Kulun, Yüce Allah tarafından aniden gecenin ve gündüzün herhangi bir vaktinde gönderilecek azap hakkında güvende olmaması gerekir.

• يقص القرآن أخبار الأمم السابقة من أجل تثبيت المؤمنين وتحذير الكافرين.
Kur'an-ı Kerim Müminlerin iman üzerine sebat etmesi ve kâfirlerin de uyarılması için geçmiş ümmetlerin haberlerini anlatmaktadır.

حَقِيقٌ عَلَىٰٓ أَن لَّآ أَقُولَ عَلَى ٱللَّهِ إِلَّا ٱلۡحَقَّۚ قَدۡ جِئۡتُكُم بِبَيِّنَةٖ مِّن رَّبِّكُمۡ فَأَرۡسِلۡ مَعِيَ بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ
Musa dedi ki: "Ben Allah tarafından gönderildiğimden dolayı bana ancak gerçek olanı söylemek yaraşır. Kesinlikle ben size doğru bir peygamber olduğumu ispat eden apaçık bir delille geldim ve size Rabbim tarafından gönderildim. Esaret ve baskı altında bulunan İsrailoğulları'nı benimle beraber serbest bırak."
التفاسير العربية:
قَالَ إِن كُنتَ جِئۡتَ بِـَٔايَةٖ فَأۡتِ بِهَآ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
Firavun, Musa'ya: "İddia ettiğin gibi eğer bir mucize ile geldiysen, iddia ettiğinde doğru söyleyen biriysen, onu göster bakalım!" dedi.
التفاسير العربية:
فَأَلۡقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعۡبَانٞ مُّبِينٞ
Musa asasını yere attı ve o bizzat izleyenler için hemen büyük bir yılana dönüştü.
التفاسير العربية:
وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِيَ بَيۡضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ
Elini gömleğinin göğüs tarafından ya da koltuk altından çıkararak gösterdi. Eli bembeyazdı. Bu beyazlık abraş hastalığı olan kişilerdeki beyazlık gibi değildi. Elinin şiddetli beyazlığından dolayı bakanlara ışıldamaya başladı.
التفاسير العربية:
قَالَ ٱلۡمَلَأُ مِن قَوۡمِ فِرۡعَوۡنَ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٞ
Kavmin ileri gelen büyükleri ve önderleri Musa'nın asasının büyük bir yılana dönüşmesi ve elinin abraş hastalığı olmadan bembeyaz ışıl ışıl parladığını gördüklerinde; "Musa ancak sihirde çok kuvvetli bilgiye sahip bilgin bir sihirbazdır." dediler.
التفاسير العربية:
يُرِيدُ أَن يُخۡرِجَكُم مِّنۡ أَرۡضِكُمۡۖ فَمَاذَا تَأۡمُرُونَ
Bu yaptıkları ile sizi bu topraklarınız olan Mısır'dan çıkarmak istiyor. Sonra Firavun ileri gelenlerle Musa -aleyhisselam- hakkında istişare ederek şöyle dedi: "Bana ne gibi bir görüş ifade etmek istersiniz?"
التفاسير العربية:
قَالُوٓاْ أَرۡجِهۡ وَأَخَاهُ وَأَرۡسِلۡ فِي ٱلۡمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ
(İleri gelen önderler) Firavun'a şöyle dediler: "Musa ve kardeşi Harun'u şimdilik beklet ve Mısır'ın şehirlerinde bulunan bütün sihirbazları toplayan memurlar gönder."
التفاسير العربية:
يَأۡتُوكَ بِكُلِّ سَٰحِرٍ عَلِيمٖ
Şehirlere sihirbazları toplamaları için gönderdiğin kimseler sana işlerinin ustası güçlü sihirbazları getirsinler.
التفاسير العربية:
وَجَآءَ ٱلسَّحَرَةُ فِرۡعَوۡنَ قَالُوٓاْ إِنَّ لَنَا لَأَجۡرًا إِن كُنَّا نَحۡنُ ٱلۡغَٰلِبِينَ
Firavun sihirbazları toplayan memurlar gönderdi. Sihirbazlar Firavun'a geldiklerinde: "Eğer kendileri, Musa'yı sihirleri ile yenip mağlup ederlerse onlar için bir mükâfat var mıdır?" diye sordular.
التفاسير العربية:
قَالَ نَعَمۡ وَإِنَّكُمۡ لَمِنَ ٱلۡمُقَرَّبِينَ
Firavun da onların bu isteklerine karşılık şöyle cevap verdi: "Evet! Kuşkusuz sizin için bir mükâfat ve bir de ücret vardır ve mevki bakımından bana yakın kimselerden olacaksınız." dedi.
التفاسير العربية:
قَالُواْ يَٰمُوسَىٰٓ إِمَّآ أَن تُلۡقِيَ وَإِمَّآ أَن نَّكُونَ نَحۡنُ ٱلۡمُلۡقِينَ
Sihirbazlar Musa'ya karşı galip geleceklerinden kesin emin oldukları için üstünlük taslayarak ve kibirli bir şekilde şöyle dediler: "Ey Musa! Önce sen mi maharetini göstermek için atmak istersin, yoksa ilk atanlar biz mi olalım?"
التفاسير العربية:
قَالَ أَلۡقُواْۖ فَلَمَّآ أَلۡقَوۡاْ سَحَرُوٓاْ أَعۡيُنَ ٱلنَّاسِ وَٱسۡتَرۡهَبُوهُمۡ وَجَآءُو بِسِحۡرٍ عَظِيمٖ
Musa Rabbinin kendisine yardım edeceğinden emin olduğu için onlara aldırış etmeden şöyle cevap verdi: "Önce siz iplerinizi ve asalarınız atın." dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler ve olayın hakikatini idrak etmekten insanları engelleyerek onları korkuttular. Çok kuvvetli bir sihir yaparak izleyenleri büyülediler.
التفاسير العربية:
۞ وَأَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنۡ أَلۡقِ عَصَاكَۖ فَإِذَا هِيَ تَلۡقَفُ مَا يَأۡفِكُونَ
Yüce Allah peygamber olarak gönderdiği ve kendisi ile konuştuğu Musa -aleyhisselam-'a şöyle vahyetti: "Ey Musa! Asanı at!" Bunun üzerine o da asasını attı. Birdenbire Musa'nın asası bir yılana dönüştü. Bu yılan sihirbazların gerçek dışı yaptıkları ve insanların böylece yanılgıya kapılarak hareket eden yılanlar şeklinde gördükleri asa ve ipleri yakalayıp, yutuverdi.
التفاسير العربية:
فَوَقَعَ ٱلۡحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ
Böylece hak ortaya çıktı ve Musa -aleyhisselam-'ın getirdiği şeyin doğruluğu açıklığa kavuştu. Aynı zamanda sihirbazların da yapmış oldukları sihrin batıllığı ayan beyan ortaya çıktı.
التفاسير العربية:
فَغُلِبُواْ هُنَالِكَ وَٱنقَلَبُواْ صَٰغِرِينَ
Mağlup olup hezimete uğradılar ve Musa insanların toplandığı o alanda onlara karşı üstün geldi. Sihirbazlar orada zayıf ve yenilmiş kimseler oldular.
التفاسير العربية:
وَأُلۡقِيَ ٱلسَّحَرَةُ سَٰجِدِينَ
Sihirbazlar, Allah Teâlâ'nın kudretinin azametini ve apaçık ayetlerini gördükleri gibi hemen Allah -Subhanehu ve Teâlâ- için secdeye kapandılar.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• من حكمة الله ورحمته أن جعل آية كل نبي مما يدركه قومه، وقد تكون من جنس ما برعوا فيه.
Her bir peygamberin mucizesini, kavminin anlayacağı dilden kılması Allah'ın hikmeti ve rahmetindendir. O mucize, kavmin kabiliyetli ve becerikli olduğu şeylerde olabilir.

• أنّ فرعون كان عبدًا ذليلًا مهينًا عاجزًا، وإلا لما احتاج إلى الاستعانة بالسحرة في دفع موسى عليه السلام.
Şüphesiz Firavun; hakir, alçak, adi, aşağılık bir kimseydi. Yoksa Musa -aleyhisselam-'ı uzaklaştırmak için sihirbazların yardımına muhtaç olmazdı.

• يدل على ضعف السحرة - مع اتصالهم بالشياطين التي تلبي مطالبهم - طلبهم الأجر والجاه عند فرعون.
İsteklerini yerine getirmeleri için şeytanlarla iletişim halinde olmalarına rağmen Firavun'dan makam ve ücret istemeleri sihirbazların acizliğine delalet etmektedir.

قَالُوٓاْ ءَامَنَّا بِرَبِّ ٱلۡعَٰلَمِينَ
Sihirbazlar bütün yaratılmışların Rabbine iman ettik dediler.
التفاسير العربية:
رَبِّ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ
Musa ve Harun -aleyhimesselam-'ın Rabbine iman ettik. Sadece ibadet edilmeyi hak eden O'dur. Kendisinden başka ilah olduğu iddia edilenler ibadeti hak etmezler.
التفاسير العربية:
قَالَ فِرۡعَوۡنُ ءَامَنتُم بِهِۦ قَبۡلَ أَنۡ ءَاذَنَ لَكُمۡۖ إِنَّ هَٰذَا لَمَكۡرٞ مَّكَرۡتُمُوهُ فِي ٱلۡمَدِينَةِ لِتُخۡرِجُواْ مِنۡهَآ أَهۡلَهَاۖ فَسَوۡفَ تَعۡلَمُونَ
Sihirbazlar bir ve tek olan Allah'a iman ettikten sonra, Firavun onları tehdit ederek şöyle dedi: "Ben size izin vermeden önce Musa'yı; tasdik edip ona iman mı ettiniz? Kuşkusuz sizin Musa'ya iman edip, getirdiğine tasdikte bulunmanız; şehirde bulunanları şehirden çıkarmak için sizin Musa ile beraber düzenlemiş olduğunuz bir hile ve aldatmadır. -Ey sihirbazlar!- İlerde başınıza ne gibi bir azabın ve ne gibi bir işkencenin geleceğini öğreneceksiniz." dedi.
التفاسير العربية:
لَأُقَطِّعَنَّ أَيۡدِيَكُمۡ وَأَرۡجُلَكُم مِّنۡ خِلَٰفٖ ثُمَّ لَأُصَلِّبَنَّكُمۡ أَجۡمَعِينَ
Firavun sihirbazlara, mutlaka her birinizin sağ elini ve sol ayağını veya sol elini ve sağ ayağını keseceğim. Sonra da size işkence olması ve sizi bu halde gören herkesi korkutmak için hepinizi hurma ağaçlarının gövdelerine asacağım.
التفاسير العربية:
قَالُوٓاْ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
Sihirbazlar Firavun'un tehdidine karşılık: "Şüphesiz biz yalnız Rabbimize döneceğiz. Bize yapmış olduğun bu tehdidini hiç umursamıyoruz." dediler.
التفاسير العربية:
وَمَا تَنقِمُ مِنَّآ إِلَّآ أَنۡ ءَامَنَّا بِـَٔايَٰتِ رَبِّنَا لَمَّا جَآءَتۡنَاۚ رَبَّنَآ أَفۡرِغۡ عَلَيۡنَا صَبۡرٗا وَتَوَفَّنَا مُسۡلِمِينَ
Ey Firavun! Musa'nın eliyle gelen Rabbimizin ayetlerini tasdik ettiğimiz için inkâr ediyor bize öfkeleniyorsun. Eğer bu ayıplanacak bir suç veya günah ise, bu bizim günahımızdır. Bunun ardından Allah'a dua etmek için yöneldiler ve yalvarışlarında şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Hak üzerine sabit kalmamız için bize bol bol sabır ver. Emrine boyun eğen, resulüne tabi olan ve sana teslim olanlar olarak canımızı al." dediler.
التفاسير العربية:
وَقَالَ ٱلۡمَلَأُ مِن قَوۡمِ فِرۡعَوۡنَ أَتَذَرُ مُوسَىٰ وَقَوۡمَهُۥ لِيُفۡسِدُواْ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَيَذَرَكَ وَءَالِهَتَكَۚ قَالَ سَنُقَتِّلُ أَبۡنَآءَهُمۡ وَنَسۡتَحۡيِۦ نِسَآءَهُمۡ وَإِنَّا فَوۡقَهُمۡ قَٰهِرُونَ
Firavun'un kavminden ileri gelenleri Firavun'u Musa'ya ve onunla birlikte olan Müminlere karşı kışkırtarak: "Ey Firavun! Musa ve kavmini yeryüzünde fesadı yaymaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri ve yalnız Allah'a ibadet etmeye davet etmeleri için mi bırakacaksın?" dediler. Firavun: "İsrailoğulları'nın erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını da hizmet etmeleri için hayatta bırakacağız. Biz şüphesiz onların üzerinde tam bir hakimiyet, ezici ve mağlup edici üstünlüğe sahibiz." dedi.
التفاسير العربية:
قَالَ مُوسَىٰ لِقَوۡمِهِ ٱسۡتَعِينُواْ بِٱللَّهِ وَٱصۡبِرُوٓاْۖ إِنَّ ٱلۡأَرۡضَ لِلَّهِ يُورِثُهَا مَن يَشَآءُ مِنۡ عِبَادِهِۦۖ وَٱلۡعَٰقِبَةُ لِلۡمُتَّقِينَ
Musa, kavmine vasiyet ederek şöyle dedi: Ey kavmim! Üzerinizden zulmün kalkması ve menfaatlı olanı kendinize çekmeniz ve zararı başınızdan def etmeniz için yardımı yalnız Allah'tan isteyin, üzerinizdeki belaya ve sıkıntıya sabredin. Şüphesiz yeryüzü yalnız Allah'ındır, Firavun'un ya da başkasının değildir. Bundan dolayı kimse orada mutlak hüküm ve otorite sahibi olmaz. Allah insanlar arasında istediği şekilde yeryüzünün hakimiyetini döndürür. Yeryüzünde güzel akıbet başlarına hangi musibet ve imtihan gelirse gelsin, Rablerinin emirlerine uyan ve yasaklarından sakınan Müminlerindir.
التفاسير العربية:
قَالُوٓاْ أُوذِينَا مِن قَبۡلِ أَن تَأۡتِيَنَا وَمِنۢ بَعۡدِ مَا جِئۡتَنَاۚ قَالَ عَسَىٰ رَبُّكُمۡ أَن يُهۡلِكَ عَدُوَّكُمۡ وَيَسۡتَخۡلِفَكُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ فَيَنظُرَ كَيۡفَ تَعۡمَلُونَ
Musa'nın İsrailoğulları'ndan olan kavmi, Musa -aleyhisselam-'a şöyle dediler: "Ey Musa! Sen bize gelmezden önce de, sen bize geldikten sonra da Firavun'un erkek çocuklarımızın öldürülmesi ve kadınlarımızın hizmet etmeleri için hayatta bırakılması ile işkenceye maruz kaldık." Musa -aleyhisselam- onlara nasihatte bulunarak ve kurtulmalarının müjdesini vererek şöyle dedi: "Umulur ki Rabbiniz, düşmanınız Firavun ve kavmini helak eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar. Ondan sonra da şükür ile mi yoksa inkar ile mi amel edeceğinize bakar." dedi.
التفاسير العربية:
وَلَقَدۡ أَخَذۡنَآ ءَالَ فِرۡعَوۡنَ بِٱلسِّنِينَ وَنَقۡصٖ مِّنَ ٱلثَّمَرَٰتِ لَعَلَّهُمۡ يَذَّكَّرُونَ
Kesinlikle biz Firavun hanedanını, belki düşünürler ve ders alırlar diye senelerce kuraklık, kıtlık, yeryüzünün ürün ve mahsullerini eksiltmekle cezalandırdık. Bu başlarına gelen sıkıntılar yapmış oldukları küfürlerinin cezasıdır ve umulur ki, bu olanlardan ders alıp akabinde Allah'a tövbe ederler.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• موقف السّحرة وإعلان إيمانهم بجرأة وصراحة يدلّ على أنّ الإنسان إذا تجرّد عن هواه، وأذعن للعقل والفكر السّليم بادر إلى الإيمان عند ظهور الأدلّة عليه.
Sihirbazların cesur duruşu, yürekli ve açık bir tavırla imanlarını ilan etmeleri, insanın hevâsından sıyrılarak, akla ve doğru fikre teslim olması durumunda iman ile ilgili delillerin kendisi için net bir şekilde ortaya çıktığında hemen iman edeceğini gösterir.

• أهل الإيمان بالله واليوم الآخر هم أشدّ الناس حزمًا، وأكثرهم شجاعة وصبرًا في أوقات الأزمات والمحن والحروب.
Allah'a ve ahiret gününe iman edenler savaş, sıkıntı ve şiddet anlarında en azametli, en cesur ve sabırlı olan kimselerdir.

• المنتفعون من السّلطة يُحرِّضون ويُهيِّجون السلطان لمواجهة أهل الإيمان؛ لأن في بقاء السلطان بقاء لمصالحهم.
İktidardan faydalananlar ehli imana karşı yöneticiyi kışkırtıp tahrik ederler. Çünkü onlara göre sultanın varlığı onların yararına olan şeylerin devam etmesini sağlar.

• من أسباب حبس الأمطار وغلاء الأسعار: الظلم والفساد.
Yağmurun yağmama ve fiyatların pahalı olma sebeplerinden birisi de zulüm ve bozgunculuktur.

فَإِذَا جَآءَتۡهُمُ ٱلۡحَسَنَةُ قَالُواْ لَنَا هَٰذِهِۦۖ وَإِن تُصِبۡهُمۡ سَيِّئَةٞ يَطَّيَّرُواْ بِمُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُۥٓۗ أَلَآ إِنَّمَا طَٰٓئِرُهُمۡ عِندَ ٱللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَهُمۡ لَا يَعۡلَمُونَ
Firavun hanedanı ürünlerde bolluk, güzellik ve fiyatlarda ucuzluk görünce, "Hak ettiğimiz ve sadece bize özel olduğu için bu bize verildi" derler. Eğer kendilerine bir felaket ve kuraklık, kıtlık, hastalıkların artması ve diğer başka musibetler gelirse Musa ve onunla beraber olan İsrailoğulları'nı uğursuzluk sayarlardı. Gerçek o ki, onların başına gelen bu uğursuzluğun hepsi her noksanlıktan münezzeh olan Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın takdiridir. Hâlbuki ne kendilerinin ne de Musa -aleyhisselam-'ın bir alakası vardır. Sadece onlara bu belanın gelmesi, Musa -aleyhisselam-'ın onlara bedduasındandır. Fakat çoğu bunu bilmezler ve bu tür olayları Allah'tan başkasına isnat ederler.
التفاسير العربية:
وَقَالُواْ مَهۡمَا تَأۡتِنَا بِهِۦ مِنۡ ءَايَةٖ لِّتَسۡحَرَنَا بِهَا فَمَا نَحۡنُ لَكَ بِمُؤۡمِنِينَ
Firavun 'un kavmi hakka karşı inat ederek Musa -aleyhisselam-'a şöyle dediler: "Sen bize hangi mucize ve delili getirirsen getir ve inandıklarımızın batıl olduğunu ispat etmek ve bizi ondan çevirmek ve getirdiklerinin doğru olduğunu kabul etmemiz için hangi hücceti sunarsan sun bizler sana asla iman edecek değiliz."
التفاسير العربية:
فَأَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمُ ٱلطُّوفَانَ وَٱلۡجَرَادَ وَٱلۡقُمَّلَ وَٱلضَّفَادِعَ وَٱلدَّمَ ءَايَٰتٖ مُّفَصَّلَٰتٖ فَٱسۡتَكۡبَرُواْ وَكَانُواْ قَوۡمٗا مُّجۡرِمِينَ
Biz de onların yalanlamaları ve inatları üzerine ceza olarak bir tufan gönderdik. Bu tufan ekinlerini ve meyvelerini basıp, sular altında bıraktı. Mahsullerini yiyen çekirgeler, ekinlere zarar veren veya insanların saçlarında bulunup onlara zarar veren bitler/haşereler gönderdik. Bir de onların üzerlerine kurbağalar gönderdik. Bu kurbağalar bütün kaplara girip, doluştu, yemeklerini bozdu ve onların uykularını kaçırdı. Ayrıca üzerlerine kan gönderdik ve birden kuyu ve nehirlerdeki bütün sular kana dönüştü. Biz bütün bu mucizeleri ayrı ayrı açıklayıcı olarak, peşpeşe gönderdik. Başlarına gelen bütün bu cezalara rağmen yine Allah'a iman etmeye ve Musa -aleyhisselam-'ın getirdiklerini tasdik etmeye karşı büyüklük tasladılar. Onlar günahkâr ve isyankâr bir kavimdiler. Hiçbir batıldan vazgeçmiyorlardı ve hidayet bulmak için hiçbir hakka da yönelmiyorlardı.
التفاسير العربية:
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيۡهِمُ ٱلرِّجۡزُ قَالُواْ يَٰمُوسَى ٱدۡعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِندَكَۖ لَئِن كَشَفۡتَ عَنَّا ٱلرِّجۡزَ لَنُؤۡمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرۡسِلَنَّ مَعَكَ بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ
Başlarına adı geçen o azap gelince, Musa -aleyhisselam-'a yönelerek şöyle dediler: "Ey Musa! Seni peygamberlik vazifesi ile seçmesi, tövbe etmek kaydıyla bize isabet eden azabı kaldıracağına dair sana söz vermesi adına Rabbine bizim için dua et. Şayet bunu bizden giderirse sana iman edeceğiz ve muhakkak İsrailoğulları'nı seninle beraber göndereceğiz ve onları serbest bırakacağız." dediler.
التفاسير العربية:
فَلَمَّا كَشَفۡنَا عَنۡهُمُ ٱلرِّجۡزَ إِلَىٰٓ أَجَلٍ هُم بَٰلِغُوهُ إِذَا هُمۡ يَنكُثُونَ
Suda boğulup helak olmadan önce belirli müddete kadar azabı onlardan kaldırdığımızda, iman edeceklerine ve İsrailoğulları'nı göndereceklerine dair verdikleri sözlerini bozdular. Küfürlerine devam ettiler ve Musa -aleyhisselam- ile İsrailoğulları'nı beraber serbest bırakıp göndermekten vazgeçtiler.
التفاسير العربية:
فَٱنتَقَمۡنَا مِنۡهُمۡ فَأَغۡرَقۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡيَمِّ بِأَنَّهُمۡ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَكَانُواْ عَنۡهَا غَٰفِلِينَ
Helak edilmeleri için belirlenen zaman gelince, ayetlerimizi yalanlamaları ve o ayetlerin işaret ettiği hakkında hiçbir şüphe bulunmayan hakkı yalanlamaları sebebiyle denizde boğmak suretiyle üzerlerine gazabımızı indirdik.
التفاسير العربية:
وَأَوۡرَثۡنَا ٱلۡقَوۡمَ ٱلَّذِينَ كَانُواْ يُسۡتَضۡعَفُونَ مَشَٰرِقَ ٱلۡأَرۡضِ وَمَغَٰرِبَهَا ٱلَّتِي بَٰرَكۡنَا فِيهَاۖ وَتَمَّتۡ كَلِمَتُ رَبِّكَ ٱلۡحُسۡنَىٰ عَلَىٰ بَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ بِمَا صَبَرُواْۖ وَدَمَّرۡنَا مَا كَانَ يَصۡنَعُ فِرۡعَوۡنُ وَقَوۡمُهُۥ وَمَا كَانُواْ يَعۡرِشُونَ
Firavun ve kavminin hor gördüğü İsrailoğulları'nı yeryüzünün doğu ve batısına -burası ile Şam bölgesi kastedilmiştir- mirasçı kıldık. Yüce Allah'ın bereketli kıldığı bu bölge ekilen ekin ve meyvelerin en güzel olduğu yerdir. Ey Resul! Rabbinin onlara verilen güzel sözü Allah Teâlâ'nın şu buyruğunda zikredilmiştir: "Biz ise, ülkede güçsüz bırakılanlara iyilik etmek ve onları önderler yapmak ve onları oraya mirasçı kılmak istiyoruz." (Kasas Suresi: 5) Firavun 'un ve kavminin vermiş olduğu sıkıntılara sabırları sebebi ile Allah Teâlâ onları yeryüzünde güçlendirdi. Firavun'un yapmakta olduğu sarayları ve yetiştirdiği bahçeleri de helak ettik.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• الخير والشر والحسنات والسيئات كلها بقضاء الله وقدره، لا يخرج منها شيء عن ذلك.
Hayır, şer, iyilik ve kötülüklerin hepsi Yüce Allah'ın kazası ve kaderi iledir. Bunların hiçbiri Allah'ın kaza ve kaderinden çıkmaz.

• شأن الناس في وقت المحنة والمصائب اللجوء إلى الله بدافع نداء الإيمان الفطري.
İnsanların başa gelen zorluk, sıkıntı ve musibetler zamanında Allah'a sığınmaları fitrî imanlarının onları harekete geçirmesinin bir sonucudur.

• يحسن بالمؤمن تأمل آيات الله وسننه في الخلق، والتدبر في أسبابها ونتائجها.
Müminlerin, Yüce Allah'ın ayet ve yarattıklarındaki sünnetini, bunların neden ve sonuçlarını düşünüp tefekkür etmesi gerekir.

• تتلاشى قوة الأفراد والدول أمام قوة الله العظمى، والإيمان بالله هو مصدر كل قوة.
Yüce Allah'ın azim olan kuvveti karşısında fert ve devletlerin kuvveti yok olmaya mahkumdur. Allah'a iman etmek bütün kuvvetlerin kaynağıdır.

• يكافئ الله تعالى عباده المؤمنين الصابرين بأن يمكِّنهم في الأرض بعد استضعافهم.
Allah Teâlâ sabreden Mümin kullarını zulme uğramalarının ardından yeryüzünde kuvvet sahibi kılar.

وَجَٰوَزۡنَا بِبَنِيٓ إِسۡرَٰٓءِيلَ ٱلۡبَحۡرَ فَأَتَوۡاْ عَلَىٰ قَوۡمٖ يَعۡكُفُونَ عَلَىٰٓ أَصۡنَامٖ لَّهُمۡۚ قَالُواْ يَٰمُوسَى ٱجۡعَل لَّنَآ إِلَٰهٗا كَمَا لَهُمۡ ءَالِهَةٞۚ قَالَ إِنَّكُمۡ قَوۡمٞ تَجۡهَلُونَ
Musa -aleyhisselam- asası ile denize vurunca deniz ikiye ayrıldı ve biz İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Allah'tan başka putlar edinen bir kavme rastladılar. İsrailoğulları Musa -aleyhisselam-'a: "Ey Musa! Bunların kendilerine ait Allah'tan başka taptıkları putları olduğu gibi sen de bizim için tapacağımız bir put yap." dediler. Musa onlara: "Ey kavmim! Siz gerçekten Allah'ın birliği ve tazimi hakkında gerekli olan hususlarda cahil bir kavimsiniz." dedi. Yüce Allah'a şirk koşulması ve O'ndan başkasına ibadet edilmesi asla olacak bir şey değildir.
التفاسير العربية:
إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ مُتَبَّرٞ مَّا هُمۡ فِيهِ وَبَٰطِلٞ مَّا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ
Şüphesiz bunların tapmış oldukları putları ve dinleri helak olmaya mahkumdur ve Allah ile beraber başkasına yapmış oldukları şirk içeren bütün ibadetleri ve itaatlari de hepsi batıldır.
التفاسير العربية:
قَالَ أَغَيۡرَ ٱللَّهِ أَبۡغِيكُمۡ إِلَٰهٗا وَهُوَ فَضَّلَكُمۡ عَلَى ٱلۡعَٰلَمِينَ
Musa kavmine dedi ki: "Ey kavmim! Büyük mucizelerine şahit olup ayan beyan görmenize rağmen nasıl olur da sizin için Allah'tan başka ibadet edeceğiniz ilah ararım? O -Subhanehu ve Teâlâ- düşmanlarınızı helak ederek size nimette bulunmuş, sizi zamanınızın insanlarına üstün tutmuş, yeryüzüne halife kılmış ve dünyada güçlü kimseler kılmıştır."
التفاسير العربية:
وَإِذۡ أَنجَيۡنَٰكُم مِّنۡ ءَالِ فِرۡعَوۡنَ يَسُومُونَكُمۡ سُوٓءَ ٱلۡعَذَابِ يُقَتِّلُونَ أَبۡنَآءَكُمۡ وَيَسۡتَحۡيُونَ نِسَآءَكُمۡۚ وَفِي ذَٰلِكُم بَلَآءٞ مِّن رَّبِّكُمۡ عَظِيمٞ
Ey İsrailoğulları! Hani sizi Firavun ve kavminin sizi küçük düşürmesinden kurtardığımız zamanı hatırlayın. Zira erkek çocuklarınızı öldürüp, kadınlarınızı hizmetçi olarak çalıştırmak için hayatta bırakmak gibi size çeşitli işkence ve küçük düşüren azapları tattırıyorlardı. Firavun ve kavminden kurtarılmanız size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihandır. Sizin buna karşılık şükretmenizi gerektirmektedir.
التفاسير العربية:
۞ وَوَٰعَدۡنَا مُوسَىٰ ثَلَٰثِينَ لَيۡلَةٗ وَأَتۡمَمۡنَٰهَا بِعَشۡرٖ فَتَمَّ مِيقَٰتُ رَبِّهِۦٓ أَرۡبَعِينَ لَيۡلَةٗۚ وَقَالَ مُوسَىٰ لِأَخِيهِ هَٰرُونَ ٱخۡلُفۡنِي فِي قَوۡمِي وَأَصۡلِحۡ وَلَا تَتَّبِعۡ سَبِيلَ ٱلۡمُفۡسِدِينَ
Yüce Allah, resulü Musa -aleyhisselam- ile münacatı için otuz gece için sözleşti. Sonra Yüce Allah buna on gece daha ekledi ve böylece kırk gece oldu. Musa Rabbinin münacatı için gitmek istediğinde, kardeşi Harun'a: "Ey Harun! Kavmimde benim halifem ol. Onlara güzel ve yumuşak davran ve düzenli bir şekilde idare et. Günah işleyerek ifsat edenlerin yolunu tutma ve asilere de yardımcı olma!" dedi.
التفاسير العربية:
وَلَمَّا جَآءَ مُوسَىٰ لِمِيقَٰتِنَا وَكَلَّمَهُۥ رَبُّهُۥ قَالَ رَبِّ أَرِنِيٓ أَنظُرۡ إِلَيۡكَۚ قَالَ لَن تَرَىٰنِي وَلَٰكِنِ ٱنظُرۡ إِلَى ٱلۡجَبَلِ فَإِنِ ٱسۡتَقَرَّ مَكَانَهُۥ فَسَوۡفَ تَرَىٰنِيۚ فَلَمَّا تَجَلَّىٰ رَبُّهُۥ لِلۡجَبَلِ جَعَلَهُۥ دَكّٗا وَخَرَّ مُوسَىٰ صَعِقٗاۚ فَلَمَّآ أَفَاقَ قَالَ سُبۡحَٰنَكَ تُبۡتُ إِلَيۡكَ وَأَنَا۠ أَوَّلُ ٱلۡمُؤۡمِنِينَ
Musa, Rabbi ile münacatı için tayin ettiğimiz vakitte geldi. O süre kırk gece oldu. Rabbi Musa ile emirleri, yasakları ve başka hususları konuştu. Musa'nın nefsi Rabbini görmeyi arzuladı ve O'na bakmak istedi. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- onun bu dileğine şöyle cevap verdi: "Beni dünya hayatında asla göremezsin. Çünkü ona gücün yetmez. Fakat dağa bak, ben ona tecelli edeceğim, eğer yerinde durabilirse sen de beni göreceksin. Eğer tecelli ettiğim dağ yerle bir dümdüz olursa, beni dünyada asla göremeyeceksin." Allah, dağa tecelli edince onu yerle bir dümdüz etti. Musa da baygın düştü. Musa, kendisine isabet eden baygınlığından ayılınca dedi ki: "Ey Rabbim! Seni layık olmayan bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. İşte ben seni dünyada görmeyi istedim şimdi tövbe ediyorum. Ben kavmimin sana ilk iman edenlerindenim." dedi.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• تؤكد الأحداث أن بني إسرائيل كانوا ينتقلون من ضلالة إلى أخرى على الرغم من وجود نبي الله موسى بينهم.
Şüphesiz yaşanan olaylar, Yüce Allah'ın peygamberi Musa'nın İsrailoğullarının içinde olmasına rağmen onların bir sapıklıktan diğerine geçip durduklarını göstermektedir.

• من مظاهر خذلان الأمة أن تُحَسِّن القبيح، وتُقَبِّح الحسن بمجرد الرأي والأهواء.
Ümmetin rezil rüsva olmasının belirtilerinden bir tanesi de görüş ve arzulara dayalı olarak iyiyi kötü, kötüyü de iyi olarak görmesidir.

• إصلاح الأمة وإغلاق أبواب الفساد هدف سام للأنبياء والدعاة.
Ümmetin ıslahı ve fesat kapılarının kapatılması, peygamberlerin ve hakka davet eden davetçilerin üstün hedeflerindendir.

• قضى الله تعالى ألا يراه أحد من خلقه في الدنيا، وسوف يكرم من يحب من عباده برؤيته في الآخرة.
Yüce Allah, dünyada kullarından hiçbirinin kendisini göremeyeceği ile hüküm vermiştir. Sevdiği kullarına da ahirette kendisini görme ikramında bulunacaktır.

قَالَ يَٰمُوسَىٰٓ إِنِّي ٱصۡطَفَيۡتُكَ عَلَى ٱلنَّاسِ بِرِسَٰلَٰتِي وَبِكَلَٰمِي فَخُذۡ مَآ ءَاتَيۡتُكَ وَكُن مِّنَ ٱلشَّٰكِرِينَ
Allah, Musa'ya: "Ey Musa! Şüphesiz ben seni insanlara risaletlerim ile seçip gönderdiğim zaman insanlara üstün kıldım. Vasıtasız seninle konuşmamla seni faziletli kıldım. Sana bahsetmiş olduğum bu üstün şeref ve kıymeti al ve sana verilen bu büyük hediyeden dolayı Allah'a şükredenlerden ol!" dedi.
التفاسير العربية:
وَكَتَبۡنَا لَهُۥ فِي ٱلۡأَلۡوَاحِ مِن كُلِّ شَيۡءٖ مَّوۡعِظَةٗ وَتَفۡصِيلٗا لِّكُلِّ شَيۡءٖ فَخُذۡهَا بِقُوَّةٖ وَأۡمُرۡ قَوۡمَكَ يَأۡخُذُواْ بِأَحۡسَنِهَاۚ سَأُوْرِيكُمۡ دَارَ ٱلۡفَٰسِقِينَ
Biz Musa'ya tahtada veya başka levhalarda İsrailoğulları'nın din ve dünyaları ile ilgili ihtiyaç duydukları her şeyi, açıklanmaya ihtiyaç duyulan hükümleri açıklayarak onlardan öğüt almak isteyenler için bir öğüt olarak yazdık. "Ey Musa! Bu Tevrat’ı ciddiyet, özen ve sebatla al. Kavmin İsrailoğulları'na da onu en güzel şekilde almalarını emret. Zira emredilenleri en güzel şekliyle yapmak karşılığında bol sevap verilen davranışlardan birisidir. Emirlerime muhalefet edip, itaatimin dışına çıkan ve ardından helak ve hüsrana ulaşacak olan kimselerin akıbetlerini size yakında göstereceğim."
التفاسير العربية:
سَأَصۡرِفُ عَنۡ ءَايَٰتِيَ ٱلَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي ٱلۡأَرۡضِ بِغَيۡرِ ٱلۡحَقِّ وَإِن يَرَوۡاْ كُلَّ ءَايَةٖ لَّا يُؤۡمِنُواْ بِهَا وَإِن يَرَوۡاْ سَبِيلَ ٱلرُّشۡدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلٗا وَإِن يَرَوۡاْ سَبِيلَ ٱلۡغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلٗاۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمۡ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَكَانُواْ عَنۡهَا غَٰفِلِينَ
Haksız yere hakka ve Allah'ın kullarına karşı kendilerini üstün görenleri yeryüzünde ve kendi nefislerindeki ayetleri ve kitabımın ayetlerini anlayıp ibret almaktan uzaklaştıracağım. Her ayeti görseler dahi ondan yüz çevirip itiraz etmeleri, Allah ve resulünün yolundan sapmalarından dolayı tasdik etmezler. Şayet Allah'ın rızasına ulaştıran hak yolu görseler bile o yolu arzulayıp ilerlemezler. Eğer günah ve sapıklık yolunu görseler Allah'ın gazabına götüren bu yolda ilerlerler. Onların bu başına gelen resullerin getirdiğini doğrulayan Allah'ın yüce ayetlerini yalanlamarından ve onlara bakmaktan gafil olduklarından dolayıdır.
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَلِقَآءِ ٱلۡأٓخِرَةِ حَبِطَتۡ أَعۡمَٰلُهُمۡۚ هَلۡ يُجۡزَوۡنَ إِلَّا مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ
Resullerimizin doğruluğunu ispat eden ayetlerimizi ve ahiret gününde Allah ile buluşmayı yalanlayanların itaat cinsinden yapmış oldukları amelleri geçersiz kılınmıştır. İman şartı gerçekleşmediği için yaptıklarına karşılık sevap almazlar. Ahiret gününde ancak Allah'a karşı işlemiş oldukları küfür ve şirklerinin karşılığı ile cezalandırılırlar. Bunun cezası da cehennemde ebedî kalmaktır.
التفاسير العربية:
وَٱتَّخَذَ قَوۡمُ مُوسَىٰ مِنۢ بَعۡدِهِۦ مِنۡ حُلِيِّهِمۡ عِجۡلٗا جَسَدٗا لَّهُۥ خُوَارٌۚ أَلَمۡ يَرَوۡاْ أَنَّهُۥ لَا يُكَلِّمُهُمۡ وَلَا يَهۡدِيهِمۡ سَبِيلًاۘ ٱتَّخَذُوهُ وَكَانُواْ ظَٰلِمِينَ
Musa, Rabbi ile konuşmaya gittikten sonra kavmi ziynet eşyalarından ruhu olmayan/cansız böğüren bir buzağı yaptı. Bu buzağının onlarla konuşamayacağını, onları somut ve soyut bir hayır yoluna irşat edemeyeceğini, bir fayda sağlamayacağını ve üzerlerinde olan bir zararı kaldıramayacağını bilmiyorlar mı? Onu kendilerine ilah edindiler ve böylece kendi nefislerine zulmeden kimseler oldular.
التفاسير العربية:
وَلَمَّا سُقِطَ فِيٓ أَيۡدِيهِمۡ وَرَأَوۡاْ أَنَّهُمۡ قَدۡ ضَلُّواْ قَالُواْ لَئِن لَّمۡ يَرۡحَمۡنَا رَبُّنَا وَيَغۡفِرۡ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ ٱلۡخَٰسِرِينَ
Kendilerinin Allah ile birlikte buzağıyı ilah edinip dosdoğru yoldan saptıklarını anlayıp şaşırarak pişman olduklarında Allah'a yalvararak dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize merhamet edip bizi kendisine itaat etmeye muvaffak kılmasaydı, buzağıya tapmaya yöneldiğimizden dolayı bizi bağışlamasaydı, dünyası ve ahireti hüsrana uğrayanlardan olurduk."
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• على العبد أن يكون من المُظْهِرين لإحسان الله وفضله عليه، فإن الشكر مقرون بالمزيد.
Kulun, Allah'ın kendisine vermiş olduğu ihsan ve lütfu izhar edip, açığa vurması gerekir. Kuşkusuz şükür, nimetlerin arttırılmasıyla bağlantılıdır.

• على العبد الأخذ بالأحسن في الأقوال والأفعال.
Kulun üzerine düşen, söz ve fiillerin en güzelini yapmasıdır.

• يجب تلقي الشريعة بحزم وجد وعزم على الطاعة وتنفيذ ما ورد فيها من الصلاح والإصلاح ومنع الفساد والإفساد.
Dinî emirleri; kararlılık, ciddiyet, ibadetlerde azimli olmak, belirlediği salah ve ıslah olan şeyleri yerine getirmek, fesat ve ifsada götüren şeyleri de engellemek suretiyle kabul edip, yerine getirmek gerekir.

• على العبد إذا أخطأ أو قصَّر في حق ربه أن يعترف بعظيم الجُرْم الذي أقدم عليه، وأنه لا ملجأ من الله في إقالة عثرته إلا إليه.
Bir kimse, Rabbinin kulları üzerinde olan hakkı hususunda hata edip ihmalkâr davranırsa işlemiş olduğu bu günahın büyüklüğünü kabul edip, itiraf etmesi gerekir. Çünkü düşmüş olduğu bu hatadan dolayı Allah'tan başka sığınacağı kimse yoktur. Ancak O'na sığınır.

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰٓ إِلَىٰ قَوۡمِهِۦ غَضۡبَٰنَ أَسِفٗا قَالَ بِئۡسَمَا خَلَفۡتُمُونِي مِنۢ بَعۡدِيٓۖ أَعَجِلۡتُمۡ أَمۡرَ رَبِّكُمۡۖ وَأَلۡقَى ٱلۡأَلۡوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأۡسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُۥٓ إِلَيۡهِۚ قَالَ ٱبۡنَ أُمَّ إِنَّ ٱلۡقَوۡمَ ٱسۡتَضۡعَفُونِي وَكَادُواْ يَقۡتُلُونَنِي فَلَا تُشۡمِتۡ بِيَ ٱلۡأَعۡدَآءَ وَلَا تَجۡعَلۡنِي مَعَ ٱلۡقَوۡمِ ٱلظَّٰلِمِينَ
Musa, Rabbi ile münacat etmesinin ardından buzağıya tapmalarından dolayı kavmine karşı öfke ve üzüntü ile gelerek onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Benim sizden ayrılıp gitmemden sonra ardımdan hak yoldan sapmanız sizi helake götüren ne kötü bir haldir. Beni beklemekten bıktınız da buzağıya ibadet etmeye mi yöneldiniz? Musa üzüntüsünün ve öfkesinin şiddetinden dolayı taşımış olduğu Tevrat'ın o levhalarını yere attı. Kardeşi Harun'un kavmi ile birlikte kalıp onların buzağıya ibadet etmelerini gördüğü halde değiştirmemesine (öfkelenerek) kardeşinin saçını ve sakalını tutup kendine doğru çekti. Harun bunun üzerine Musa'dan özür dileyerek ve şefkatli olmasını bekleyerek dedi ki: "Ey Anamın oğlu! Kuşkusuz bu kavim beni zayıf sayarak küçümsediler ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Düşmanları sevindirecek cezayla beni cezalandırma ve bana olan öfken sebebi ile beni Allah'tan başkasına ibadet eden bu zalim kavimle bir tutma!" dedi.
التفاسير العربية:
قَالَ رَبِّ ٱغۡفِرۡ لِي وَلِأَخِي وَأَدۡخِلۡنَا فِي رَحۡمَتِكَۖ وَأَنتَ أَرۡحَمُ ٱلرَّٰحِمِينَ
Musa, Rabbine dua ederek şöyle dedi: "Ey Rabbim! Beni ve kardeşim Harun'u bağışla, bizi rahmetine al. Rahmetin, bizim her tarafımızı kuşatsın. Ey Rabbim! Zira Sen her merhamet sahibinden daha merhametlisin."
التفاسير العربية:
إِنَّ ٱلَّذِينَ ٱتَّخَذُواْ ٱلۡعِجۡلَ سَيَنَالُهُمۡ غَضَبٞ مِّن رَّبِّهِمۡ وَذِلَّةٞ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَاۚ وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُفۡتَرِينَ
Şüphesiz buzağıyı ibadet edilen ilah edinen kimselere Rableri tarafından bu dünyada şiddetli bir gazap ve aşağılanma erişecektir. Bu Rablerini öfkelendirdikleri ve önemsemedikleri içindir. İşte biz Allah'a böyle yalanlar uyduranları bunun gibi cezalarla cezalandırırız.
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ عَمِلُواْ ٱلسَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُواْ مِنۢ بَعۡدِهَا وَءَامَنُوٓاْ إِنَّ رَبَّكَ مِنۢ بَعۡدِهَا لَغَفُورٞ رَّحِيمٞ
Ey Resul! Allah'a karşı şirk koşarak, günah işleyip kötülük yapanlar bunların ardından Allah'a tövbe ederek iman ederlerse, kuşkusuz senin Rabbin bu tövbeden ve şirkten imana, günahlardan itaatlere döndükten sonra onların günahlarını örterek bağışlar ve onlara karşı çok merhamet eder.
التفاسير العربية:
وَلَمَّا سَكَتَ عَن مُّوسَى ٱلۡغَضَبُ أَخَذَ ٱلۡأَلۡوَاحَۖ وَفِي نُسۡخَتِهَا هُدٗى وَرَحۡمَةٞ لِّلَّذِينَ هُمۡ لِرَبِّهِمۡ يَرۡهَبُونَ
Musa -aleyhisselam-'ın öfkesi yatışıp sakinleşince öfkesi sebebi ile atmış olduğu levhaları tekrar aldı. Bu levhalar sapıklıktan hidayete kavuşmayı, hakkın açıklanmasını, Rablerinden ve azabından korkan kimseler için rahmeti içermekteydi.
التفاسير العربية:
وَٱخۡتَارَ مُوسَىٰ قَوۡمَهُۥ سَبۡعِينَ رَجُلٗا لِّمِيقَٰتِنَاۖ فَلَمَّآ أَخَذَتۡهُمُ ٱلرَّجۡفَةُ قَالَ رَبِّ لَوۡ شِئۡتَ أَهۡلَكۡتَهُم مِّن قَبۡلُ وَإِيَّٰيَۖ أَتُهۡلِكُنَا بِمَا فَعَلَ ٱلسُّفَهَآءُ مِنَّآۖ إِنۡ هِيَ إِلَّا فِتۡنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَن تَشَآءُ وَتَهۡدِي مَن تَشَآءُۖ أَنتَ وَلِيُّنَا فَٱغۡفِرۡ لَنَا وَٱرۡحَمۡنَاۖ وَأَنتَ خَيۡرُ ٱلۡغَٰفِرِينَ
Musa, cahillerin buzağıya tapmasından dolayı Rabbinden özür dilemeleri için kavmini temsil eden seçkinlerden yetmiş adamı seçti. Allah onlara hazır olacakları bir vakit tayin etti. O vakitte hazır olduklarında Allah'a karşı cesaret edip Musa'dan kendilerine Allah'ı apaçık gözleri ile ayan beyan görmeyi talep ettiler. İşte bunun üzerine onları şiddetli bir sarsıntı tuttu ve onun korkunçluğundan dolayı yıldırım çapmış gibi bayılıp düştüler ve helak olup öldüler. Musa, Rabbine yalvarıp yakardı ve dedi ki: "Ey Rabbim! Eğer dileseydin onları da beni de daha gelmeden önce helak ederdin. İçimizden bir takım beyinsizlerin işlediği günah yüzünden bizi helak edecek misin? Kavmimin buzağıya tapma hadisesinde bulunmaları ise, o ancak senin imtihan ve sınavından başka bir şey değildir. Bununla sen dilediğini saptırırsın, dilediğini de hidayete iletirsin. Sen bizim velimizsin, bize geniş merhametinle merhamet eyle. Sen bağışlayanların ve günahları affedenlerin en hayırlısısın."
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• في الآيات دليل على أن الخطأ في الاجتهاد مع وضوح الأدلة لا يعذر فيه صاحبه عند إجراء الأحكام عليه، وهو ما يسميه الفقهاء بالتأويل البعيد.
Ayetlerde, delillerin açık olması halinde içtihat yapıp hata eden kimse hakkında verilecek hükümlerde mazur görülmeyeceğine dair delil vardır. Fıkıh âlimleri bunu uzak tevil diye isimlendirirler.

• من آداب الدعاء البدء بالنفس، حيث بدأ موسى عليه السلام دعاءه فطلب المغفرة لنفسه تأدُّبًا مع الله فيما ظهر عليه من الغضب، ثم طلب المغفرة لأخيه فيما عسى أن يكون قد ظهر منه من تفريط أو تساهل في رَدْع عَبَدة العجل عن ذلك.
Dua etmenin adabından bir tanesi de insanın ilk önce kendi nefsi için dua etmeye başlamasıdır. Musa -aleyhisselam- dua etmeye kendi nefsinden başlamış, Allah'ın kendisine gazaplanmasına karşı edepli olma adına önce kendi adına bağışlanma talep etmiştir. Sonra buzağıya tapma hususunda kavmine engel olmayıp, ihmalkâr ya da gevşek davranmış olma ihtimalinden dolayı kardeşi için bağışlanma talep etmiştir.

• التحذير من الغضب وسلطته على عقل الشخص؛ ولذلك نسب الله للغضب فعل السكوت كأنه هو الآمر والناهي.
Öfkeden ve öfkenin kişinin aklını ele geçirmesinden sakındırılmıştır. Bu sebepten dolayı Yüce Allah, emreden ve yasaklayan öfkeymiş gibi yatışıp sakinleşme eylemini öfkeye nispet etmiştir.

• ضرورة التوقي من غضب الله، وخوف بطشه، فانظر إلى مقام موسى عليه السلام عند ربه، وانظر خشيته من غضب ربه.
Yüce Allah'ın öfkesinden, O'nun insanı yok edip imha etmesinden korkmak gerekir. Musa -aleyhisselam-'ın Rabbinin makamındaki durumuna ve Rabbinin öfkesinden korkusuna bakılmalıdır.

۞ وَٱكۡتُبۡ لَنَا فِي هَٰذِهِ ٱلدُّنۡيَا حَسَنَةٗ وَفِي ٱلۡأٓخِرَةِ إِنَّا هُدۡنَآ إِلَيۡكَۚ قَالَ عَذَابِيٓ أُصِيبُ بِهِۦ مَنۡ أَشَآءُۖ وَرَحۡمَتِي وَسِعَتۡ كُلَّ شَيۡءٖۚ فَسَأَكۡتُبُهَا لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ وَيُؤۡتُونَ ٱلزَّكَوٰةَ وَٱلَّذِينَ هُم بِـَٔايَٰتِنَا يُؤۡمِنُونَ
Bizleri bu hayatta nimetlerle, esenlikle ikramda bulundukların, salih amel yapmaya muvaffak ettiklerin, kendilerine ahirette cenneti hazırladığın salih kullarından kıl. Kuşkusuz biz sana tövbe ettik, taksiratımızı itiraf ederek sana döndük. Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: "Azabıma, bedbahtlığa götürecek amelleri işleyenlerden istediğimi uğratırım. Rahmetim ise dünyada her şeyi kuşatmıştır. Allah'ın rahmeti, ihsanı ve lütfu her kula ulaşmıştır. Rahmetimi ahirette emirlerine uyarak ve yasaklarından sakınarak Allah'tan korkanlara, mallarının zekâtını hak edenlere verenlere ve bizim ayetlerimize inananlara yazacağım."
التفاسير العربية:
ٱلَّذِينَ يَتَّبِعُونَ ٱلرَّسُولَ ٱلنَّبِيَّ ٱلۡأُمِّيَّ ٱلَّذِي يَجِدُونَهُۥ مَكۡتُوبًا عِندَهُمۡ فِي ٱلتَّوۡرَىٰةِ وَٱلۡإِنجِيلِ يَأۡمُرُهُم بِٱلۡمَعۡرُوفِ وَيَنۡهَىٰهُمۡ عَنِ ٱلۡمُنكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ ٱلطَّيِّبَٰتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيۡهِمُ ٱلۡخَبَٰٓئِثَ وَيَضَعُ عَنۡهُمۡ إِصۡرَهُمۡ وَٱلۡأَغۡلَٰلَ ٱلَّتِي كَانَتۡ عَلَيۡهِمۡۚ فَٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِهِۦ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَٱتَّبَعُواْ ٱلنُّورَ ٱلَّذِيٓ أُنزِلَ مَعَهُۥٓ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- okuma yazma bilmeyen ümmî bir peygamberdir. Rabbi ona vahiy göndermiştir. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e tabi olanlar, Mûsâ -aleyhisselam-'a indirilen Tevrat'ta ve İsâ -aleyhisselam-'a indirilen İncil'de onun ismini, özelliğini ve peygamberliğini kendisine indirilenleri yazılı olarak bulurlar. Onlara güzel ve doğru olan şeyleri emreder. Aklıselim ve temiz fıtratın çirkin gördüğünü de yasaklar. Onlara içinde zararlı şeyler bulunmayan lezzetli yiyecekleri, içecekleri ve evlilikleri helâl kılar. Kötü ve şerli olanları ise haram kılar. İster kasten öldürmüş olsun veya hatayla öldürmüş olsun her iki halde de katilin öldürülmesini gerekli kılan hükümler gibi, onların sorumlu tutulduğu zor ve meşakketli sorumlulukları onlardan kaldırır. İsrailoğulları ve başkalarından ona iman edenler, onu yüceltenler, ona düşmanlık yapan kâfirlere karşı yardım edenler, yolu aydınlatan ve hidayete erdiren bir nûr olan Kur'an'a uyanlar, işte onlar talep ettiklerine ulaşacaklar ve korktuklarından emin ve uzak olacaklardır.
التفاسير العربية:
قُلۡ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنِّي رَسُولُ ٱللَّهِ إِلَيۡكُمۡ جَمِيعًا ٱلَّذِي لَهُۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۖ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحۡيِۦ وَيُمِيتُۖ فَـَٔامِنُواْ بِٱللَّهِ وَرَسُولِهِ ٱلنَّبِيِّ ٱلۡأُمِّيِّ ٱلَّذِي يُؤۡمِنُ بِٱللَّهِ وَكَلِمَٰتِهِۦ وَٱتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمۡ تَهۡتَدُونَ
Ey Resul! De ki: "Ey insanlar! Gerçekten ben Arap ve Acemlere, tüm insanlara gönderilmiş Yüce Allah'ın bir resulüyüm. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'na aittir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'dan başka hak yoktur. O ölüleri diriltir ve hayatta olanları öldürür. Ey insanlar! Allah'a ve okuma yazma bilmeyen peygamberi ve resulü olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e iman edin. O, Rabbi tarafından kendisine vahyedilenle geldi. Allah'a ve resulüne indirilene ve kendisinden önce gelen peygamberlere indirilene aralarında ayırım yapmadan iman edin. Rabbinden getirdiklerine uyun, umulur ki dünyada ve ahirette faydalanacağınız hidayete eresiniz.
التفاسير العربية:
وَمِن قَوۡمِ مُوسَىٰٓ أُمَّةٞ يَهۡدُونَ بِٱلۡحَقِّ وَبِهِۦ يَعۡدِلُونَ
Musa -aleyhisselam-'ın kavmi İsrailoğulları içinde hak din üzerinde ilerleyip, istikamet üzere olan bir cemaat vardı. İnsanları o dosdoğru olan dine irşat ederler, adaletle hükmeder ve zulüm etmezlerdi.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• تضمَّنت التوراة والإنجيل أدلة ظاهرة على بعثة النبي محمد صلى الله عليه وسلم وعلى صدقه.
Tevrat ve İncil, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in peygamberliğine ve doğruluğuna delalet eden apaçık delilleri ihtiva etmiştir.

• رحمة الله وسعت كل شيء، ولكن رحمة الله عباده ذات مراتب متفاوتة، تتفاوت بحسب الإيمان والعمل الصالح.
Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Fakat Allah'ın rahmetinin kulları hakkında farklı mertebeleri vardır. Kişinin imanı ve salih ameline göre değişir.

• الدعاء قد يكون مُجْملًا وقد يكون مُفَصَّلًا حسب الأحوال، وموسى في هذا المقام أجمل في دعائه.
Duruma göre dua bazen genel bazen de tafsilatlı olabilir. Musa, bu konumda duasını genel olarak yapmıştır.

• من صور عدل الله عز وجل إنصافه للقِلَّة المؤمنة، حيث ذكر صفات بني إسرائيل المنافية للكمال المناقضة للهداية، فربما توهَّم متوهِّم أن هذا يعم جميعهم، فَذَكَر تعالى أن منهم طائفة مستقيمة هادية مهدية.
Allah -Azze ve Celle-'nin adaletli olmasının örneklerinden bir tanesi de azınlık olan Mümin taifeye insaf ve merhamet etmesidir. Öyleki İsrailoğulları'nın kemâle aykırı olan ve hidayetle çelişen özelliklerini zikretmiştir. Belki bazı kimseler bu sıfatların hepsine ait olduğu zannına kapılabilir. Bundan dolayı Allah Teâlâ onlar arasında hakka tabi olup hakka çağıran, istikamet üzere bulunan bir topluluk olduğunu zikredip, beyan etmiştir.

وَقَطَّعۡنَٰهُمُ ٱثۡنَتَيۡ عَشۡرَةَ أَسۡبَاطًا أُمَمٗاۚ وَأَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ إِذِ ٱسۡتَسۡقَىٰهُ قَوۡمُهُۥٓ أَنِ ٱضۡرِب بِّعَصَاكَ ٱلۡحَجَرَۖ فَٱنۢبَجَسَتۡ مِنۡهُ ٱثۡنَتَا عَشۡرَةَ عَيۡنٗاۖ قَدۡ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٖ مَّشۡرَبَهُمۡۚ وَظَلَّلۡنَا عَلَيۡهِمُ ٱلۡغَمَٰمَ وَأَنزَلۡنَا عَلَيۡهِمُ ٱلۡمَنَّ وَٱلسَّلۡوَىٰۖ كُلُواْ مِن طَيِّبَٰتِ مَا رَزَقۡنَٰكُمۡۚ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِن كَانُوٓاْ أَنفُسَهُمۡ يَظۡلِمُونَ
Biz İsrailoğulları'nı on iki kabileye ayırdık. Kavmi kendisinden su için Allah'a dua etmesini isteyince, biz Musa'ya: "Ey Musa! Asanla taşa vur!" diye buyurduk. Bunun üzerine Musa da taşa vurdu ve kabilelerin sayısı kadar on iki pınar fışkırdı. Onlardan her kabile kendine özel su içme yerini belledi. Diğer kabile o su içme yerinde onlara ortak olmadı. Ardından üzerlerine bulutla gölge yaptık ve onların yürüyüşleri ile birlikte onlarla beraber hareket ettirdik. Onlar yürüdüklerinde bulut onların üzerinde hareket eder ve durduklarında da dururdu. Onlara kendi nimetlerimizden bal gibi tatlı bir içecek ve bıldırcına benzeyen eti lezzetli küçük bir kuş etini rızık olarak indirdik. Onlara dedik ki: Size verdiğimiz bu temiz rızıklardan yiyin. Onların zulmetmesi ve kendilerine verilen nimetlere karşı nankörlük etmeleri bize bir noksanlık vermedi. Fakat onlar, Allah'ın emirlerine muhalefet ederek ve vermiş olduğu nimetlerine karşı nankörlük ederek helak olma yollarını açıp kendi nefislerine zulmettiler.
التفاسير العربية:
وَإِذۡ قِيلَ لَهُمُ ٱسۡكُنُواْ هَٰذِهِ ٱلۡقَرۡيَةَ وَكُلُواْ مِنۡهَا حَيۡثُ شِئۡتُمۡ وَقُولُواْ حِطَّةٞ وَٱدۡخُلُواْ ٱلۡبَابَ سُجَّدٗا نَّغۡفِرۡ لَكُمۡ خَطِيٓـَٰٔتِكُمۡۚ سَنَزِيدُ ٱلۡمُحۡسِنِينَ
Ey Resul! Allah'ın İsrailoğulları'na: "Kudüs'e giriniz, onun meyvelerinden dilediğiniz yerden ve istediğiniz zaman yiyiniz" dediği zamanı hatırla! Hani onlara "Ey Rabbimiz günahlarımızı bağışla!" deyiniz. Kapıdan boyunlarınızı eğerek ve Rabbinize itaat ederek giriniz. Eğer bunu yaparsanız günahlarınızı bağışlarız. İyilik yapanlara dünya ve ahiretin hayırlarını arttıracağız diye buyurmuştu.
التفاسير العربية:
فَبَدَّلَ ٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ مِنۡهُمۡ قَوۡلًا غَيۡرَ ٱلَّذِي قِيلَ لَهُمۡ فَأَرۡسَلۡنَا عَلَيۡهِمۡ رِجۡزٗا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ بِمَا كَانُواْ يَظۡلِمُونَ
Onlardan zalim olanlar, emredildikleri sözü kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirerek, bağışlanmayı talep etmeleri emredilmişken bu kelimeyi değiştirerek (harfleri bakımından yakın olan) tane buğday dediler. Söylemeleri emredilen fiili değiştirdiler ve şehre, Allah'a itaat ederek ve başlarını eğerek girmek yerine kıçlarının üzerine sürünerek girdiler. Biz de zulümlerinden ötürü üzerlerine gökten azap gönderdik.
التفاسير العربية:
وَسۡـَٔلۡهُمۡ عَنِ ٱلۡقَرۡيَةِ ٱلَّتِي كَانَتۡ حَاضِرَةَ ٱلۡبَحۡرِ إِذۡ يَعۡدُونَ فِي ٱلسَّبۡتِ إِذۡ تَأۡتِيهِمۡ حِيتَانُهُمۡ يَوۡمَ سَبۡتِهِمۡ شُرَّعٗا وَيَوۡمَ لَا يَسۡبِتُونَ لَا تَأۡتِيهِمۡۚ كَذَٰلِكَ نَبۡلُوهُم بِمَا كَانُواْ يَفۡسُقُونَ
-Ey Resul!- Yahudilere denizin kıyısında bulunan şehir halkının -geçmiş atalarının- durumunu bildiren kıssasını onlara hatırlatarak sor. Yüce Allah onlara cumartesi günü balık avlamayı yasaklamasına rağmen Allah'ın hududunu aşarak o gün balık avlarlardı. Onlara imtihan olarak balıklar o gün su yüzüne çıkarak yüzerler ve diğer günlerde ise su yüzüne çıkmazlardı. Allah onları itaatından çıktıkları ve günah işledikleri için böyle imtihan etmiştir. Balıkları avlamak için hile yaparak çukurlar kazıp o çukurlarda ağlarını kurarlardı ve balıklar cumartesi günü ağlara takılırdı ve pazar günü olduğunda da o yakaladıkları balıkları alıp yerlerdi.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• الجحود والكفران سبب في الحرمان من النعم.
Küfür ve inkâr etmek, nimetlerden mahrum olmaya sebep olur.

• من أسباب حلول العقاب ونزول العذاب التحايل على الشرع؛ لأنه ظلم وتجاوز لحدود الله.
Cezanın başa gelmesi ve azabın inmesinin sebeplerinden bir tanesi de şeri hükümlerde hile yapmaktır. Çünkü böyle yapmak zulümdür ve Yüce Allah'ın belirlediği sınırları çiğneyip, aşmaktır.

وَإِذۡ قَالَتۡ أُمَّةٞ مِّنۡهُمۡ لِمَ تَعِظُونَ قَوۡمًا ٱللَّهُ مُهۡلِكُهُمۡ أَوۡ مُعَذِّبُهُمۡ عَذَابٗا شَدِيدٗاۖ قَالُواْ مَعۡذِرَةً إِلَىٰ رَبِّكُمۡ وَلَعَلَّهُمۡ يَتَّقُونَ
Ey Resul! Hani içlerinden bir grup, onları bu kötü işlerden yasaklamış ve onları sakındırmıştı. Bu gruba başka bir grup: "Allah'ın kendilerini dünyada işledikleri günahları ile helak edeceği yahut kıyamet gününde şiddetli bir azap ile cezalandıracağı bir kavme niçin öğüt veriyorsunuz?" dediği zaman öğüt verenler; iyiliği emretmemiz ve kötülükten nehyetmemiz bize emredildiği içindir. Biz onlara nasihat ediyoruz ki Rabbimiz nasihat etmeyi terk ettiğimiz için bizi cezalandırmasın. Belki öğütten faydalanırlar, bulundukları ve işlemekte oldukları günahlardan da sakınırlar.
التفاسير العربية:
فَلَمَّا نَسُواْ مَا ذُكِّرُواْ بِهِۦٓ أَنجَيۡنَا ٱلَّذِينَ يَنۡهَوۡنَ عَنِ ٱلسُّوٓءِ وَأَخَذۡنَا ٱلَّذِينَ ظَلَمُواْ بِعَذَابِۭ بَـِٔيسِۭ بِمَا كَانُواْ يَفۡسُقُونَ
Öğüt verenler günahkârlara hatırlatma yaptıklarında işlediklerini terk etmeyip yüz çevirdiklerinde; biz de kötülükten men edenleri azaptan kurtardık, cumartesi günü avlanma yasağını çiğneyerek kendilerine zulmedenleri Allah'a itaat etmeye karşı çıkmaları ve günah işlemede ısrar etmeleri sebebiyle şiddetli bir azap ile yakaladık.
التفاسير العربية:
فَلَمَّا عَتَوۡاْ عَن مَّا نُهُواْ عَنۡهُ قُلۡنَا لَهُمۡ كُونُواْ قِرَدَةً خَٰسِـِٔينَ
Yüce Allah'a isyan edip kibirlenip, inat ederek haddi aştıklarında ve kendilerine yapılan öğütten ders almayınca onlara: "Ey Asiler! Aşağılık maymunlar olun!" dedik. Onlar da bizim dediğimiz gibi oldular. Şüphesiz biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona: "Ol!" dememizden ibarettir ve o da hemen oluverir.
التفاسير العربية:
وَإِذۡ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبۡعَثَنَّ عَلَيۡهِمۡ إِلَىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ مَن يَسُومُهُمۡ سُوٓءَ ٱلۡعَذَابِۗ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ ٱلۡعِقَابِ وَإِنَّهُۥ لَغَفُورٞ رَّحِيمٞ
Ey Resul! Allah'ın hakkında hiçbir şüphe olmaksızın çok açık bir şekilde, kıyamet gününe kadar dünya hayatında Yahudileri aşağılayacak kimseleri onların başlarına musallat edip cezalandıracağını ilan etmesini hatırla. Ey Resul! Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edeni hızlıca cezalandırandır. Zira O dilerse dünyada acele olarak cezasını gönderir. Şüphesiz O, kullarından tövbe edenlerin günahlarını çok affeden, onlara karşı çok merhametli olandır.
التفاسير العربية:
وَقَطَّعۡنَٰهُمۡ فِي ٱلۡأَرۡضِ أُمَمٗاۖ مِّنۡهُمُ ٱلصَّٰلِحُونَ وَمِنۡهُمۡ دُونَ ذَٰلِكَۖ وَبَلَوۡنَٰهُم بِٱلۡحَسَنَٰتِ وَٱلسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُونَ
Bir arada olmalarından sonra, onları yeryüzünde dağınık topluluklara ayırdık. Onlardan Allah'ın ve kulların haklarını yerine getiren salih olanlar, yine onlardan orta yol izleyenler ve kendi nefislerine günahlarla zulmedenler vardı. Biz onların içinde bulundukları durumdan dönmelerini umarak kolaylıklarla ve zorluklarla onları imtihan ettik.
التفاسير العربية:
فَخَلَفَ مِنۢ بَعۡدِهِمۡ خَلۡفٞ وَرِثُواْ ٱلۡكِتَٰبَ يَأۡخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا ٱلۡأَدۡنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغۡفَرُ لَنَا وَإِن يَأۡتِهِمۡ عَرَضٞ مِّثۡلُهُۥ يَأۡخُذُوهُۚ أَلَمۡ يُؤۡخَذۡ عَلَيۡهِم مِّيثَٰقُ ٱلۡكِتَٰبِ أَن لَّا يَقُولُواْ عَلَى ٱللَّهِ إِلَّا ٱلۡحَقَّ وَدَرَسُواْ مَا فِيهِۗ وَٱلدَّارُ ٱلۡأٓخِرَةُ خَيۡرٞ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ
Onların ardından kötü bir nesil geldi ve Tevrat'ı atalarından miras aldılar. Onu okuyorlar ama onda bulunanlarla amel etmiyorlardı. Allah'ın kitabını tahrif etmek ve onda indirilmeyen ile hükmetmek için değersiz dünya malını rüşvet olarak alıyorlardı. Üstelik Allah'ın onların günahlarını bağışlayacağına dair kuruntular kuruyorlardı. Onlara değersiz dünya malı geldiğinde onu alırlardı ve tekrar geldiğinde yine almaktan geri kalmazlardı. Yüce Allah, tahrif etmeden ve değiştirmeden ancak hakkı söyleyeceklerine dair onlardan söz ve misaklar almamış mıydı? Onlar kitapla amel etmeyi cehaletlerinden dolayı terk etmediler, bilakis bilerek terk etmişlerdi. Kesinlikle kitapta yazılanları okuyup bilmekteydiler. Bundan dolayı onların suçu daha şiddetliydi. Kuşkusuz ahiret yurdu ve ahiret yurdunda bulunan nimetler, dünyanın o geçici malından ve varlıklarından; Allah'ın emirlerine uyanlar ve yasaklarından sakınanlar için dâimi olarak daha hayırlıdır. Yüce Allah'ın muttakiler için ahiret yurdunda hazırladıklarının dünyada almış oldukları bu değersiz mallardan daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bunlar akıl edemediler mi?
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ يُمَسِّكُونَ بِٱلۡكِتَٰبِ وَأَقَامُواْ ٱلصَّلَوٰةَ إِنَّا لَا نُضِيعُ أَجۡرَ ٱلۡمُصۡلِحِينَ
Kitaba sımsıkı sarılıp içindekilerle amel edenlere ve namazlarını dosdoğru vakitlerinde kılanlara, şartlarına, farzlarına, vaciplerine ve sünnetlerine dikkat edenlere Allah yapmış oldukları bu amellerinin sevabını verecektir. Allah salih amel işleyenlerin ecrini zayi etmez.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• إذا نزل عذاب الله على قوم بسبب ذنوبهم ينجو منه من كانوا يأمرون بالمعروف وينهون عن المنكر فيهم.
Eğer bir topluma günahları sebebi ile üzerlerine Allah'ın azabı inerse aralarından iyiliği emredip kötülükten nehyedenler o azaptan kurtulur.

• يجب الحذر من عذاب الله؛ فإنه قد يكون رهيبًا في الدنيا، كما فعل سبحانه بطائفة من بني إسرائيل حين مَسَخَهم قردة بسبب تمردهم.
Yüce Allah'ın azabından sakınmak gerekir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ- İsrailoğulları'ndan bir taifeyi itaatsizlikleri sebebi ile maymunlara döndürerek onlara dünyada azap göndermiştir. Bu azap son derece korkutucudur.

• نعيم الدنيا مهما بدا أنه عظيم فإنه قليل تافه بجانب نعيم الآخرة الدائم.
Yüce Allah, İsrailoğulları üzerine zillet, adilik ve sefalet yazmıştır. Zulüm yapmaları ve hak yoldan sapmalarından dolayı her zaman onlara azabı tattıran kimseler göndereceğini bildirmiştir.

• أفضل أعمال العبد بعد الإيمان إقامة الصلاة؛ لأنها عمود الأمر.
Dünyanın nimetleri ne kadar çok azametli görünse de; âhiretin daimî olan nimetleri yanında çok azdır ve kıymetsizdir.

• كتب الله على بني إسرائيل الذلة والمسكنة، وتأذن بأن يبعث عليهم كل مدة من يذيقهم العذاب بسبب ظلمهم وانحرافهم.
Bir kulun, imandan sonra gelen en faziletli ameli namaz kılmaktır. Çünkü namaz dinin direğidir.

۞ وَإِذۡ نَتَقۡنَا ٱلۡجَبَلَ فَوۡقَهُمۡ كَأَنَّهُۥ ظُلَّةٞ وَظَنُّوٓاْ أَنَّهُۥ وَاقِعُۢ بِهِمۡ خُذُواْ مَآ ءَاتَيۡنَٰكُم بِقُوَّةٖ وَٱذۡكُرُواْ مَا فِيهِ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ
-Ey Muhammed!- Hani İsrailoğulları Tevrat'ın içindekileri kabul etmekten imtina ettiklerinde dağı yerinden söküp üzerlerine kaldırmıştık. Dağ sanki başlarının üzerinde onları gölgelendiren bulut gibi oldu da üzerlerine kesin düşeceğini yakinen anladılar. Onlara denildi ki: "Size verdiğimizi ciddi olarak, gayretle ve kesin kararlılıkla alınız. Yüce Allah'ın sizin için din olarak belirlediği hükümleri hatırlayın ve unutmayın. Eğer bunları yerine getirirseniz umulur ki Allah'tan sakınırsınız."
التفاسير العربية:
وَإِذۡ أَخَذَ رَبُّكَ مِنۢ بَنِيٓ ءَادَمَ مِن ظُهُورِهِمۡ ذُرِّيَّتَهُمۡ وَأَشۡهَدَهُمۡ عَلَىٰٓ أَنفُسِهِمۡ أَلَسۡتُ بِرَبِّكُمۡۖ قَالُواْ بَلَىٰ شَهِدۡنَآۚ أَن تَقُولُواْ يَوۡمَ ٱلۡقِيَٰمَةِ إِنَّا كُنَّا عَنۡ هَٰذَا غَٰفِلِينَ
-Ey Muhammed!- Hani Rabbin Âdemoğulları'ndan, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarmış ve Rableri olduğunu kabul ettirerek rububiyetinin ispatını fıtratlarına koymuş ve onlara şöyle buyurmuştu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onların hepsi: "Evet, sen bizim Rabbimizsin." dediler. Ardından onlara şöyle buyurmuştur: "Lakin bu sizin imtihanınızdır. Sizden bu sözü aldık ve kıyamet gününde sırf sizin üzerinizdeki Allah'ın bu hüccetini inkâr etmemeniz ve bundan haberinizin olmadığını söylememeniz içindir."
التفاسير العربية:
أَوۡ تَقُولُوٓاْ إِنَّمَآ أَشۡرَكَ ءَابَآؤُنَا مِن قَبۡلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةٗ مِّنۢ بَعۡدِهِمۡۖ أَفَتُهۡلِكُنَا بِمَا فَعَلَ ٱلۡمُبۡطِلُونَ
Veyahut Allah’a şirk koşarak ahdi bozanların babalarınız olduğunu, sizlerin de babalarınızı bulduğunuz şirk üzerine onları taklit ettiğinizi hüccet getirerek ‘’Ey Rabbimiz! Allah’a şirk koşarak amellerini iptal etmiş olan babalarımızın yaptıkları sebebiyle bizleri cezalandırıp azap mı edeceksin? Cehaletimiz ve babalarımızı taklit etmemiz sebebiyle bizim bir günahımız yoktur.’’ dememeniz içindir.
التفاسير العربية:
وَكَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ ٱلۡأٓيَٰتِ وَلَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُونَ
Yalanlayan ümmetlerin gidişatları ile ilgili ayetleri açıkladığımız gibi, bunlara da açıklıyoruz. Umulur ki daha önceden Allah'a vermiş oldukları sözde olduğu gibi üzerinde bulundukları şirkten yalnız Allah'ın tevhidine ve ibadetine dönerler.
التفاسير العربية:
وَٱتۡلُ عَلَيۡهِمۡ نَبَأَ ٱلَّذِيٓ ءَاتَيۡنَٰهُ ءَايَٰتِنَا فَٱنسَلَخَ مِنۡهَا فَأَتۡبَعَهُ ٱلشَّيۡطَٰنُ فَكَانَ مِنَ ٱلۡغَاوِينَ
-Ey Resul!- İsrailoğulları'na kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, onları öğrenip delalet ettiği hakkı anlayan, ancak bununla amel etmeyen adamın haberini oku. Bilakis bu adam onları terk edip sıyrılıp çıkmıştı. Bunun üzerine şeytan da onun peşine takılmış ve onun arkadaşı olmuştu. Böylece hidayete ermiş, kurtulan kimselerden iken helake uğramış sapıklardan oldu.
التفاسير العربية:
وَلَوۡ شِئۡنَا لَرَفَعۡنَٰهُ بِهَا وَلَٰكِنَّهُۥٓ أَخۡلَدَ إِلَى ٱلۡأَرۡضِ وَٱتَّبَعَ هَوَىٰهُۚ فَمَثَلُهُۥ كَمَثَلِ ٱلۡكَلۡبِ إِن تَحۡمِلۡ عَلَيۡهِ يَلۡهَثۡ أَوۡ تَتۡرُكۡهُ يَلۡهَثۚ ذَّٰلِكَ مَثَلُ ٱلۡقَوۡمِ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَاۚ فَٱقۡصُصِ ٱلۡقَصَصَ لَعَلَّهُمۡ يَتَفَكَّرُونَ
Eğer onun bu ayetlerden faydalanmasını dileseydik onu yükseltirdik ve bu ayetlerle amel etmeye muvaffak kılardık. Böylece dünyada ve ahirette yükselirdi. Fakat o dünyasını ahiretine tercih ederek dünyanın şehvetlerine, nefsinin arzuladığı batıl olan şeylere kapılmıştı. Dünyaya olan aşırı hırsı tıpkı köpeğin durumuna benzer. Zira bütün hallerde dilini çıkartıp solur. Üstüne varsan da uzanmış halde bıraksan da solumaya devam eder. Zikredilen bu örnek, ayetlerimizi yalanlayarak sapıtan kavmin misalidir. Ey Resul! Onlara bu kıssayı anlat. Umulur ki düşünüp ayetlerimizi yalanlamaktan ve sapıklıktan vazgeçerler.
التفاسير العربية:
سَآءَ مَثَلًا ٱلۡقَوۡمُ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا وَأَنفُسَهُمۡ كَانُواْ يَظۡلِمُونَ
Ayetlerimizi ve burhanlarımızı yalanlayan ve onları tasdik etmeyen bir kavmin durumu ne kötüdür. Onlar kendi nefislerini helak edici davranışlara sürükleyerek zulmetmiş olurlar.
التفاسير العربية:
مَن يَهۡدِ ٱللَّهُ فَهُوَ ٱلۡمُهۡتَدِيۖ وَمَن يُضۡلِلۡ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡخَٰسِرُونَ
Allah kimi dosdoğru yolun hidayetine muvaffak ederse, o gerçekten hidayete ermiş olandır ve kimi de dosdoğru yoldan uzaklaştırırsa; işte onlar kendi nefisleri ve aileleri kıyamet gününde ziyana uğrayanların ta kendileridir. Dikkat edin! O apaçık hüsranın ta kendisidir.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• المقصود من إنزال الكتب السماوية العمل بمقتضاها لا تلاوتها باللسان وترتيلها فقط، فإن ذلك نَبْذ لها.
Semavi kitapların indirilmesindeki maksat, onlarla gerektiği gibi amel etmektir. Sadece dil ile makamlı okumak değildir. Zira böyle yapmak kuşkusuz onu terk etmek anlamına gelir.

• أن الله خلق في الإنسان من وقت تكوينه إدراك أدلة الوحدانية، فإذا كانت فطرته سليمة، ولم يدخل عليها ما يفسدها أدرك هذه الأدلة، وعمل بمقتضاها.
Şüphesiz Yüce Allah, insanı yarattığı zaman insanda kendi birliğine dair delilleri anlayıp, idrak etme kabiliyetini de yaratmıştır. Şayet insan selim bir fıtrata sahip olur ve onu bozacak şeyleri bulaştırmaz ise bu delilleri anlayıp, idrak eder ve gereğince amel işler.

• في الآيات عبرة للموفَّقين للعمل بآيات القرآن؛ ليعلموا فضل الله عليهم في توفيقهم للعمل بها؛ لتزكو نفوسهم.
Kur'an ayetleriyle amel etmeye muvaffak olanlar için ayetlerde ibret vardır. Bu sayede nefislerinin arınması ve Yüce Allah'ın kendilerine amel etmeye muvaffak kılmasını iyice bilip, anlarlar.

• في الآيات تلقين للمسلمين للتوجه إلى الله تعالى بطلب الهداية منه والعصمة من مزالق الضلال.
Ayetlerde Müslümanlara, hidayet talep etmek ve sapıklığın tehlikelerinden korunmak için Yüce Allah'a yönelmeleri telkin edilmiştir.

وَلَقَدۡ ذَرَأۡنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرٗا مِّنَ ٱلۡجِنِّ وَٱلۡإِنسِۖ لَهُمۡ قُلُوبٞ لَّا يَفۡقَهُونَ بِهَا وَلَهُمۡ أَعۡيُنٞ لَّا يُبۡصِرُونَ بِهَا وَلَهُمۡ ءَاذَانٞ لَّا يَسۡمَعُونَ بِهَآۚ أُوْلَٰٓئِكَ كَٱلۡأَنۡعَٰمِ بَلۡ هُمۡ أَضَلُّۚ أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡغَٰفِلُونَ
Onların, cehennem ehlinin ameli ile amel edeceklerini bildiğimiz için cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onlarla kendilerine faydalı olanı ve zararlı olanı anlamazlar. Onların gözleri vardır, fakat onlarla kendi nefislerinde ve Yüce Allah'ın yarattıklarındaki ayetlerini görüp onlardan ibret almazlar. Onların kulakları da vardır, onlarla Yüce Allah'ın ayetlerini duyup düşünmezler. İşte bu sıfatlarla nitelenenler akıllarını kaybetmeleri bakımından tıpkı hayvanlar gibidirler. Bilakis hayvanlardan daha çok sapıktırlar. İşte Allah'a ve ahiret gününe iman etmekten asıl gafiller onlardır.
التفاسير العربية:
وَلِلَّهِ ٱلۡأَسۡمَآءُ ٱلۡحُسۡنَىٰ فَٱدۡعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُواْ ٱلَّذِينَ يُلۡحِدُونَ فِيٓ أَسۡمَٰٓئِهِۦۚ سَيُجۡزَوۡنَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ
Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın celâline ve kemaline delalet eden güzel isimleri vardır. İstediğiniz taleplerinizi bu isimlerle Allah'a tevessül ederek isteyiniz ve bunlarla Allah'ı övüp methediniz. Bu isimleri Yüce Allah'tan başkasına sarf ederek, O'ndan nefyederek, manasını tahrif ederek veya başkasını bu isimlerle Allah'a benzeterek haktan meyledip, sapanlardan uzak dur. Bu isimlerle haktan meyledenleri yaptıklarından dolayı elem verici azapla cezalandıracağız.
التفاسير العربية:
وَمِمَّنۡ خَلَقۡنَآ أُمَّةٞ يَهۡدُونَ بِٱلۡحَقِّ وَبِهِۦ يَعۡدِلُونَ
Yarattıklarımız içinde bir cemaat vardır ki, kendileri hak ile hidayet bulurlar ve başkalarını da ona davet ederler. Onlar da o hakla hidayet bulurlar, adaletle hükmederler ve zulmetmezler.
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بِـَٔايَٰتِنَا سَنَسۡتَدۡرِجُهُم مِّنۡ حَيۡثُ لَا يَعۡلَمُونَ
Ayetlerimizi yalanlayıp onlara iman etmediler, hatta inkâr ettiler. Biz ise, onlara rızkın kapılarını açacağız ama bu onlara ikram olarak değil; bilakis onların üzerinde oldukları sapıklıklara devam etmeleri için bunu yapacağız. Sonra bizim azabımız aniden başlarına gelecektir.
التفاسير العربية:
وَأُمۡلِي لَهُمۡۚ إِنَّ كَيۡدِي مَتِينٌ
Benim, onları cezalandırmayacağım zannına kapılıncaya kadar onlara göndereceğim azabı ertelerim. Üzerlerine azap katlanıncaya kadar yalanlamalarına ve küfürlerine devam edecekler. Elbette tuzağım kuvvetlidir. Ben onlara açık nimetler bahşederim. Ancak bunlarla onları hayal kırıklığına ve hüsrana uğratırım.
التفاسير العربية:
أَوَلَمۡ يَتَفَكَّرُواْۗ مَا بِصَاحِبِهِم مِّن جِنَّةٍۚ إِنۡ هُوَ إِلَّا نَذِيرٞ مُّبِينٌ
Allah'ın ayetlerini ve resulünü yalanlayanlar, akıllarını kullanıp Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e bakarak onda delilikten hiçbir eser olmadığını görüp, düşünmediler mi? O, Yüce Allah'ın azabından apaçık bir şekilde uyaran ve Allah tarafından gönderilmiş bir resuldür.
التفاسير العربية:
أَوَلَمۡ يَنظُرُواْ فِي مَلَكُوتِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا خَلَقَ ٱللَّهُ مِن شَيۡءٖ وَأَنۡ عَسَىٰٓ أَن يَكُونَ قَدِ ٱقۡتَرَبَ أَجَلُهُمۡۖ فَبِأَيِّ حَدِيثِۭ بَعۡدَهُۥ يُؤۡمِنُونَ
Bunlar göklerde ve yerdeki Yüce Allah'ın mülküne ibret almak için bakmazlar mı? Yüce Allah'ın her ikisinde yaratmış olduğu hayvan, nebatat ve diğer mahlukatına hiç bakmazlar mı? Hayatlarının sonu olan ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp, hiç vakit kaybetmeden hemen tövbe etmeyecekler mi? Eğer Kur'an'a ve içinde bulunan vaatlere ve tehditlere iman etmiyorlar ise, o halde başka hangi kitaba iman edecekler?
التفاسير العربية:
مَن يُضۡلِلِ ٱللَّهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۥۚ وَيَذَرُهُمۡ فِي طُغۡيَٰنِهِمۡ يَعۡمَهُونَ
Allah, kimi hakkı bulmakta muvaffak etmeyip, doğru yoldan saptırırsa; onu doğru yola irşat edecek hiçbir kimse yoktur. Yüce Allah, onları küfürleri ve sapıklıkları içerisinde hiçbir şeye yönelmeden bir o yana bir bu yana şaşkın olarak bırakır.
التفاسير العربية:
يَسۡـَٔلُونَكَ عَنِ ٱلسَّاعَةِ أَيَّانَ مُرۡسَىٰهَاۖ قُلۡ إِنَّمَا عِلۡمُهَا عِندَ رَبِّيۖ لَا يُجَلِّيهَا لِوَقۡتِهَآ إِلَّا هُوَۚ ثَقُلَتۡ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ لَا تَأۡتِيكُمۡ إِلَّا بَغۡتَةٗۗ يَسۡـَٔلُونَكَ كَأَنَّكَ حَفِيٌّ عَنۡهَاۖ قُلۡ إِنَّمَا عِلۡمُهَا عِندَ ٱللَّهِ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَعۡلَمُونَ
Bu inatçı yalancılar sana kıyametin ne zaman gelip çatacağı hakkındaki ilmi soruyorlar. Ey Muhammed! De ki: "Onun ilmi ne bende ve ne de bir başkasındadır. Onun ilmi ancak Allah'ın katındadır. Onun takdir edilen vaktini Allah'tan başkası açıklayamaz. Onun vakti göklerde ve yerde bulunanların hepsinden gizlenmiştir ve o sizin başınıza ancak ansızın gelir. Sen, sanki onun vaktini bilmek için çok hevesliymişsin gibi onun vaktinin ne zaman olduğunu sana soruyorlar. Hâlbuki sen, Rabbin hakkındaki ilminin kemalinden dolayı böyle bir şey sormuyorsun." Ey Muhammed! Onlara de ki: "Kıyametin vaktinin ilmi sadece bir tek olan Allah'ın katındadır. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• خلق الله للبشر آلات الإدراك والعلم - القلوب والأعين والآذان - لتحصيل المنافع ودفع المضار.
Yüce Allah, beşer için ilme ulaşıp, idrak etmenin araçları olan kalp, göz ve kulakları yaratmıştır ki, faydalı şeyleri elde edip zararlı olan şeyleri de kendilerinden def edebilsinler.

• الدعاء بأسماء الله الحسنى سبب في إجابة الدعاء، فيُدْعَى في كل مطلوب بما يناسب ذلك المطلوب، مثل: اللهمَّ تب عَلَيَّ يا تواب.
Yüce Allah'ın güzel isimleri ile dua etmek, yapılan duanın kabul edilmesinin sebeplerindendir. Her talep edilen şey, kendisine uygun olan isim ile dua edilerek istenir. Örneğin: "Ey çokça bağışlayan Allah'ım! tövbemi kabul et ve beni bağışla!" diyerek dua etmek gibi.

• التفكر في عظمة السماوات والأرض، والتوصل بهذا التفكر إلى أن الله تعالى هو المستحق للألوهية دون غيره؛ لأنه المنفرد بالصنع.
Göklerin ve yerin büyüklüğü tefekkür edilmelidir. Bu tefekkürle başkasının değil, sadece Allah Teâlâ'nın uluhiyeti hak ettiği inancına varılır. Çünkü O, tek başına her şeyi yaratıp, yapandır.

قُل لَّآ أَمۡلِكُ لِنَفۡسِي نَفۡعٗا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَآءَ ٱللَّهُۚ وَلَوۡ كُنتُ أَعۡلَمُ ٱلۡغَيۡبَ لَٱسۡتَكۡثَرۡتُ مِنَ ٱلۡخَيۡرِ وَمَا مَسَّنِيَ ٱلسُّوٓءُۚ إِنۡ أَنَا۠ إِلَّا نَذِيرٞ وَبَشِيرٞ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ
Ey Muhammed! De ki: "Ben kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verecek güce sahibim. Sadece buna Yüce Allah sahiptir. Allah'ın bana öğrettiklerinin dışında da başka bir şey bilmem. Ben gaybı da bilmem. Eğer gaybı bilmiş olsaydım, gerçekleşmeden önce olacakları ve ne getireceğini bilmem hasebiyle bana yarar sağlayacak sebepleri yapar ve zarar verecek olanları kendimden uzaklaştırırdım. Ben sadece Allah'ın resulüyüm. O'nun elem verici cezası ile korkutan, benim Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın resulü olduğuma iman edenleri ve getirdiklerimi tasdik edenleri Yüce Allah'ın değerli mükâfatı ile müjdeleyen bir elçiyim.
التفاسير العربية:
۞ هُوَ ٱلَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفۡسٖ وَٰحِدَةٖ وَجَعَلَ مِنۡهَا زَوۡجَهَا لِيَسۡكُنَ إِلَيۡهَاۖ فَلَمَّا تَغَشَّىٰهَا حَمَلَتۡ حَمۡلًا خَفِيفٗا فَمَرَّتۡ بِهِۦۖ فَلَمَّآ أَثۡقَلَت دَّعَوَا ٱللَّهَ رَبَّهُمَا لَئِنۡ ءَاتَيۡتَنَا صَٰلِحٗا لَّنَكُونَنَّ مِنَ ٱلشَّٰكِرِينَ
Ey erkekler ve kadınlar topluluğu! Sizi tek bir candan var eden O'dur. Bu can Âdem -aleyhisselam-'dır. Gönlünün ısınması ve huzur bulması için eşi Havva'yı Âdem -aleyhisselam-'ın kaburga kemiğinden yarattı. Erkek eşiyle bir araya geldikten sonra hanımı ilk başta hissetmeyecek derecede hamileliği hafif olur. Çünkü daha hamileliğin başındadır. Bu hamileliğinden bir ağırlık hissetmediği için ihtiyaçlarını gidermeye ve günlük işlerine devam eder. Fakat yük ağırlaşınca ve karnındaki bebek büyüyünce, karı koca Rableri olan Yüce Allah'a şöyle dua ederler: "Ey Rabbimiz! Eğer bize salih, tam ve kusursuz sağlam bir evlat verirsen, mutlaka senin vermiş olduğun nimetlerine şükredenlerden oluruz."
التفاسير العربية:
فَلَمَّآ ءَاتَىٰهُمَا صَٰلِحٗا جَعَلَا لَهُۥ شُرَكَآءَ فِيمَآ ءَاتَىٰهُمَاۚ فَتَعَٰلَى ٱللَّهُ عَمَّا يُشۡرِكُونَ
Allah, onların duasına icabet edip, dua ettikleri gibi ikisine salih bir evlat verince, verdiği evlatlarında O'na ortak koşmaya başladılar ve Allah'tan başkasına çocuklarını kul sayıp evlatlarına Abdülharis ismini verdiler. Allah, kendisine ortak koşulan her şeyden yüce ve münezzehtir. O rububiyet ve uluhiyette bir tek olandır.
التفاسير العربية:
أَيُشۡرِكُونَ مَا لَا يَخۡلُقُ شَيۡـٔٗا وَهُمۡ يُخۡلَقُونَ
Bu putları ve diğerlerini ibadette Allah'a ortak mı kılıyorlar? Onlar bu putların bir şey yaratmaya güçleri olmadığını ve bundan dolayı da ibadet edilmeyi hak etmediklerini çok iyi biliyorlar. Bilakis bunların kendileri yaratılmışlardır. Bunları nasıl Allah'a ortak koşuyorlar?
التفاسير العربية:
وَلَا يَسۡتَطِيعُونَ لَهُمۡ نَصۡرٗا وَلَآ أَنفُسَهُمۡ يَنصُرُونَ
Hâlbuki bu ibadet olunan ilahlar, ne kendilerine ibadet edenlere yardım etmeye güçleri vardır, ne de kendi nefislerine bir yardımda bulunabilirler. Öyleyse bunlara nasıl ibadet ederler?
التفاسير العربية:
وَإِن تَدۡعُوهُمۡ إِلَى ٱلۡهُدَىٰ لَا يَتَّبِعُوكُمۡۚ سَوَآءٌ عَلَيۡكُمۡ أَدَعَوۡتُمُوهُمۡ أَمۡ أَنتُمۡ صَٰمِتُونَ
Ey müşrikler! Allah'tan başka ilah edindiğiniz bu putları doğru yola davet etseniz dahi, sizin onları davet ettiğinize icabet edemezler ve size de tabi olmazlar. Sizin, onların yanında dua etmeniz de susmanız da birdir. Çünkü bunlar aklı olmayan, duymayan ve konuşmayan cansız varlıklardır.
التفاسير العربية:
إِنَّ ٱلَّذِينَ تَدۡعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ عِبَادٌ أَمۡثَالُكُمۡۖ فَٱدۡعُوهُمۡ فَلۡيَسۡتَجِيبُواْ لَكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَٰدِقِينَ
Ey müşrikler! Kuşkusuz sizin Allah'ı bırakıp da ibadet ettikleriniz sizin gibi Allah'ın yarattığı varlıklardır. Hepsi Yüce Allah'ın mülküdür. Bu hususlarda onlar da sizin gibidirler. Bununla beraber siz canlı olduğunuz, konuştuğunuz, yürüdüğünüz, duyduğunuz ve gördüğünüzden dolayı haliniz onların halinden daha üstündür. Hâlbuki putların durumu öyle değildir. O halde iddianızda doğruysanız, onları çağırınız da hadi sizin çağrınıza cevap versinler.
التفاسير العربية:
أَلَهُمۡ أَرۡجُلٞ يَمۡشُونَ بِهَآۖ أَمۡ لَهُمۡ أَيۡدٖ يَبۡطِشُونَ بِهَآۖ أَمۡ لَهُمۡ أَعۡيُنٞ يُبۡصِرُونَ بِهَآۖ أَمۡ لَهُمۡ ءَاذَانٞ يَسۡمَعُونَ بِهَاۗ قُلِ ٱدۡعُواْ شُرَكَآءَكُمۡ ثُمَّ كِيدُونِ فَلَا تُنظِرُونِ
İlah edinmiş olduğunuz bu putların yürüyecekleri ayakları mı var ki, sizin ihtiyaçlarınızı yerine getirmek için çabalayabilsinler? Yoksa sizleri savunacak elleri mi var ki, güçleriyle sizleri savunabilsinler? Yoksa onların gözleri mi var ki sizin göremedikleriniz gaybı size haber verebilsinler? Yoksa duyan kulakları mı var ki, duyamadıklarınız hakkında size bilgi verebilsinler? Madem onlar bu organlara sahip değiller, bir menfaat sağlamak veya bir zararı gidermek umuduyla onlara nasıl ibadet ediyorsunuz? Ey Resul! Bu müşriklere de ki: "Allah'a eş kıldıklarınızı çağırın; sonra da bana tuzak kurun ve bana hiç fırsat bırakmayın."
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• في الآيات بيان جهل من يقصد النبي صلى الله عليه وسلم ويدعوه لحصول نفع أو دفع ضر؛ لأن النفع إنما يحصل من قِبَلِ ما أرسل به من البشارة والنذارة.
Ayetler, bir yarar elde etmek veya bir zararı yok etmek için Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i kastederek ona dua edenin cahilliğini açıklamaktadırlar. Çünkü fayda, ancak gönderilmiş olduğu müjde ve uyarılardan hasıl olur.

• جعل الله بمنَّته من نوع الرجل زوجه؛ ليألفها ولا يجفو قربها ويأنس بها؛ لتتحقق الحكمة الإلهية في التناسل.
Çocuk sahibi olarak neslinin çoğalması hakkında ilahi hikmetin gerçekleşmesi için Yüce Allah erkeğe kendi cinsinden eşini bahşetmiş. Böylece erkek ülfet ve ünsiyet içinde yaşamıştır.

• لا يليق بالأفضل الأكمل الأشرف من المخلوقات وهو الإنسان أن يشتغل بعبادة الأخس والأرذل من الحجارة والخشب وغيرها من الآلهة الباطلة.
Yaratılmışların en üstünü, en kamili ve en şerefli olan insanın, en değersiz, en basit taş, tahta ve başka maddelerden yapılmış batıl ilahlara ibadet ederek bunlarla meşgul olması asla yaraşmaz.

إِنَّ وَلِـِّۧيَ ٱللَّهُ ٱلَّذِي نَزَّلَ ٱلۡكِتَٰبَۖ وَهُوَ يَتَوَلَّى ٱلصَّٰلِحِينَ
Şüphesiz ki, Allah beni destekleyendir, bana yardım edendir ve O, beni koruyandır. O'ndan başka bir kimseden bir beklentim/ümidim de yoktur. Putlarınızın hiçbir şeyinden de korkmuyorum. İnsanlara hidayet olan Kur'an'ı bana indiren O'dur. O, salih olan kullarını dost edinmiştir. Onları korur ve onlara yardım eder.
التفاسير العربية:
وَٱلَّذِينَ تَدۡعُونَ مِن دُونِهِۦ لَا يَسۡتَطِيعُونَ نَصۡرَكُمۡ وَلَآ أَنفُسَهُمۡ يَنصُرُونَ
Ey Müşrikler! Allah'ı bırakıp da dua/ibadet ettiğiniz bu putlar, ne size yardım etmeye ve ne de kendi nefislerine yardım etmeye güçleri vardır. Onlar acizdir. Nasıl Allah'ı bırakıp onlara dua/ibadet ediyorsunuz?
التفاسير العربية:
وَإِن تَدۡعُوهُمۡ إِلَى ٱلۡهُدَىٰ لَا يَسۡمَعُواْۖ وَتَرَىٰهُمۡ يَنظُرُونَ إِلَيۡكَ وَهُمۡ لَا يُبۡصِرُونَ
Ey Müşrikler! Eğer Allah'tan başka ibadet etmiş olduğunuz putlarınızı hidayete davet etseniz, onlar sizi duymazlar. Onlar cansız gözleri ile karşınızda öylece dururlar. Müşrikler insan ve hayvan şeklinde putlar yaparlardı. Bu putlarda el, ayak ve gözler olurdu. Fakat onlar hayatı ve hareketi olmayan birer cansız varlıklardır.
التفاسير العربية:
خُذِ ٱلۡعَفۡوَ وَأۡمُرۡ بِٱلۡعُرۡفِ وَأَعۡرِضۡ عَنِ ٱلۡجَٰهِلِينَ
Ey Resul! İnsanların gönül rızası ile kolaylarına gelerek verdikleri mal ve sundukları güzel ahlakı onlardan kabul et. Mizaçlarının katlanamayacağı şeylerle onları sorumlu tutma. Çünkü bu onların hoşuna gitmez. Onlara hep güzel söz ve güzel fiili emret ve cahil olanlardan yüz çevir. Cahillikleri sebebiyle onlara karşılık verme. Onlardan kim sana eziyet ederse, sen ona eziyet etme. Onlardan kim seni mahrum bırakırsa, sen onu mahrum bırakma.
التفاسير العربية:
وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ ٱلشَّيۡطَٰنِ نَزۡغٞ فَٱسۡتَعِذۡ بِٱللَّهِۚ إِنَّهُۥ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Ey Resul! Eğer şeytanın sana bir vesvese verdiğini hissedersen veya hayır işlerinden seni alıkoyar yahut yavaşlatırsa, hemen Yüce Allah'a sığın ve tutun. Çünkü O, kuşkusuz söylediklerini işitir, O'na sığındığını bilir ve seni şeytandan koruyup, himaye eder.
التفاسير العربية:
إِنَّ ٱلَّذِينَ ٱتَّقَوۡاْ إِذَا مَسَّهُمۡ طَٰٓئِفٞ مِّنَ ٱلشَّيۡطَٰنِ تَذَكَّرُواْ فَإِذَا هُم مُّبۡصِرُونَ
Şüphesiz Allah'ın emirlerine uyarak yasaklarından sakınan takvalı kimselere şeytandan bir vesvese isabet eder de günah işlerlerse, Allah'ın yüceliğini, asilere olan cezasını ve itaat edenlere de sevabını hatırlarlar, günahlarından tövbe ederler ve Rablerine dönerler. Bir de bakarsın hak üzere dosdoğru olurlar. İçinde bulundukları günahtan uyanıp onu terk ederler.
التفاسير العربية:
وَإِخۡوَٰنُهُمۡ يَمُدُّونَهُمۡ فِي ٱلۡغَيِّ ثُمَّ لَا يُقۡصِرُونَ
Şeytanlar dalalet üzerinde kalmaları için kâfir ve facirlerden olan kardeşlerine, peş peşe günahlar işletirler. Ne Şeytanlar saptırmaktan, yoldan çıkarmaktan geri durur, ne de insanoğlundaki facirler onlara boyun eğmekten ve kötülükler işlemekten geri kalırlar.
التفاسير العربية:
وَإِذَا لَمۡ تَأۡتِهِم بِـَٔايَةٖ قَالُواْ لَوۡلَا ٱجۡتَبَيۡتَهَاۚ قُلۡ إِنَّمَآ أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰٓ إِلَيَّ مِن رَّبِّيۚ هَٰذَا بَصَآئِرُ مِن رَّبِّكُمۡ وَهُدٗى وَرَحۡمَةٞ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ
Ey Resul! Onlara bir mucize getirdiğin zaman ondan yüz çevirip seni yalanladılar. Onlara bir mucize getirmediğin zaman ise: "Kendinden icat edip uyduramaz mıydın?" derler. Ey Resul! Onlara de ki: "Ben kendi nefsimden bir mucize getirmeye yetkili değilim. Ben ancak Yüce Allah'tan bana vahyolunana uyarım. Size okumuş olduğum bu Kur'an, sizi yaratan ve bütün işlerinizi idare eden Yüce Allah tarafından gönderilmiş bir delil ve hüccettir. Mümin kulları için de bir rahmet ve yol göstericidir. Müminlerin dışındakiler ise sapık ve bedbahttırlar.
التفاسير العربية:
وَإِذَا قُرِئَ ٱلۡقُرۡءَانُ فَٱسۡتَمِعُواْ لَهُۥ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ
Kur'an okunduğu zaman onu dinleyiniz, konuşmayınız ve başka bir şeyle meşgul olmayınız. Umulur ki Yüce Allah, size merhamet eder.
التفاسير العربية:
وَٱذۡكُر رَّبَّكَ فِي نَفۡسِكَ تَضَرُّعٗا وَخِيفَةٗ وَدُونَ ٱلۡجَهۡرِ مِنَ ٱلۡقَوۡلِ بِٱلۡغُدُوِّ وَٱلۡأٓصَالِ وَلَا تَكُن مِّنَ ٱلۡغَٰفِلِينَ
Ey Resul! Rabbin olan Allah'ı boyun eğerek, tevazu ve korku içinde zikret. Günün ilk vaktinde ve sonunda bu iki vaktin faziletini elde etmek için dua ederken ne sesini yükselt, ne de alçalt. Allah Teâlâ'yı zikretmekten gafil olma.
التفاسير العربية:
إِنَّ ٱلَّذِينَ عِندَ رَبِّكَ لَا يَسۡتَكۡبِرُونَ عَنۡ عِبَادَتِهِۦ وَيُسَبِّحُونَهُۥ وَلَهُۥ يَسۡجُدُونَۤ۩
Ey Resul! Rabbin katındaki melekler her noksanlıktan münezzeh olan Yüce Allah'a ibadet etmede büyüklenmezler. Bilakis itaat eder, gevşeklik göstermeden ve ihmal etmeden sürekli ibadete yönelirler. Onlar, Yüce Allah'ı layık olmayan şeylerden gece gündüz tenzih eder ve yalnızca O'na secde ederler.
التفاسير العربية:
من فوائد الآيات في هذه الصفحة:
• في الآيات بشارة للمسلمين المستقيمين على صراط نبيهم صلى الله عليه وسلم بأن ينصرهم الله كما نصر نبيه وأولياءه.
Aklı başında olan kimseye düşen, yalnızca Allah Teâlâ'ya ibadet etmesidir. Çünkü Yüce Allah; insana dini yararları elde etmesi için dinî ilimleri içeren kitaplar indirmiştir. Ayrıca dünyada salih kullarını dost edinip, koruyarak onlara yardım eder. Böylece onlar dünya menfaatlerini elde ederler ve düşmanlık edenlerin düşmanlığı kendilerine zarar vermez.

• في الآيات جماع الأخلاق، فعلى العبد أن يعفو عمن ظلمه، ويعطي من حرمه، ويصل من قطعه.
Ayetlerde, istikamet üzere Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dosdoğru yolunda yürüyen Müslümanlara, Yüce Allah'ın peygamberine ve velilerine yardım ettiği gibi onlara da yardım edeceğine dair müjde vardır.

• على العبد إذا مَسَّه سوء من الشيطان - فأذنب بفعل محرم، أو ترك واجب - أن يستغفر الله تعالى، ويستدرك ما فرط منه بالتوبة النصوح والحسنات الماحية.
Ayetlerde tüm güzel ahlak özellikleri mevcuttur. Kulun üzerine düşen; kendisine zulmedeni affetmesi, kendisine vermeyene vermesi ve kendisi ile ilişkiyi kesen ile bağını devam ettirmesidir.

• الواجب على العاقل عبادة الله تعالى؛ لأنه هو الذي يحقق له منافع الدين بإنزال الكتاب المشتمل على العلوم العظيمة في الدّين، ومنافع الدنيا بتولّي الصالحين من عباده وحفظه لهم ونصرته إياهم، فلا تضرهم عداوة من عاداهم.
Haram fiil işlemesi veya bir farzı terk etmesi hususunda Şeytan'dan bir kötülük dokunduğunda kulun üzerine düşen Allah Teâlâ'ya istiğfar ederek, nasuh/samimi bir tevbe etmek ve günahlara kefaret olan iyilikler yapmaktır.

 
ترجمة معاني سورة: الأعراف
فهرس السور رقم الصفحة
 
ترجمة معاني القرآن الكريم - الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم - فهرس التراجم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.

إغلاق