மொழிபெயர்ப்பு அத்தியாயம் ஸூரா அல்கலம் - துருக்கிய மொழிபெயர்ப்பு - டாக்டர். அலி ஓஸ்க் மற்றும் பலர் - அல்குர்ஆன் கலைக்களஞ்சியம்

Sûretu'l-Kalem

வசனம்: 1

نٓۚ وَٱلۡقَلَمِ وَمَا يَسۡطُرُونَ

Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına

வசனம்: 2

مَآ أَنتَ بِنِعۡمَةِ رَبِّكَ بِمَجۡنُونٖ

andolsun ki (Rasûlüm), sen Rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin.

வசனம்: 3

وَإِنَّ لَكَ لَأَجۡرًا غَيۡرَ مَمۡنُونٖ

Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.

வசனம்: 4

وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٖ

Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.

வசனம்: 5

فَسَتُبۡصِرُ وَيُبۡصِرُونَ

Yakında sen de göreceksin, onlar da.

வசனம்: 6

بِأَييِّكُمُ ٱلۡمَفۡتُونُ

Hanginizde delilik olduğunu.

வசனம்: 7

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعۡلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِۦ وَهُوَ أَعۡلَمُ بِٱلۡمُهۡتَدِينَ

Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi en iyi bilendir, hidayete erenleri de en iyi bilen O'dur.

வசனம்: 8

فَلَا تُطِعِ ٱلۡمُكَذِّبِينَ

O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!

வசனம்: 9

وَدُّواْ لَوۡ تُدۡهِنُ فَيُدۡهِنُونَ

Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.

வசனம்: 10

وَلَا تُطِعۡ كُلَّ حَلَّافٖ مَّهِينٍ

(Rasûlüm!) Alabildiğine yemin eden, kimselerden hiçbirine, sakın boyun eğme.

வசனம்: 11

هَمَّازٖ مَّشَّآءِۭ بِنَمِيمٖ

Aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan lâf götürüp getiren,

வசனம்: 12

مَّنَّاعٖ لِّلۡخَيۡرِ مُعۡتَدٍ أَثِيمٍ

iyiliği hep engelleyen, mütecâviz, günaha dadanmış,

வசனம்: 13

عُتُلِّۭ بَعۡدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ

kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra bir de soysuzlukla damgalanmış

வசனம்: 14

أَن كَانَ ذَا مَالٖ وَبَنِينَ

mal ve oğulları vardır diye,

வசனம்: 15

إِذَا تُتۡلَىٰ عَلَيۡهِ ءَايَٰتُنَا قَالَ أَسَٰطِيرُ ٱلۡأَوَّلِينَ

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman o, ( öncekilerin masalları ) der.

வசனம்: 16

سَنَسِمُهُۥ عَلَى ٱلۡخُرۡطُومِ

Biz yakında onun burnuna damga vuracağız (kibirini kırıp rezil edeceğiz)

வசனம்: 17

إِنَّا بَلَوۡنَٰهُمۡ كَمَا بَلَوۡنَآ أَصۡحَٰبَ ٱلۡجَنَّةِ إِذۡ أَقۡسَمُواْ لَيَصۡرِمُنَّهَا مُصۡبِحِينَ

Biz, vaktiyle bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi, onlara da belâ verdik. Hani onlar (bahçe sahipleri), sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsullerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi.

வசனம்: 18

وَلَا يَسۡتَثۡنُونَ

Onlar istisna da etmiyorlardı.

வசனம்: 19

فَطَافَ عَلَيۡهَا طَآئِفٞ مِّن رَّبِّكَ وَهُمۡ نَآئِمُونَ

Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de,

வசனம்: 20

فَأَصۡبَحَتۡ كَٱلصَّرِيمِ

bahçe kapkara kesildi.

வசனம்: 21

فَتَنَادَوۡاْ مُصۡبِحِينَ

(Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken, birbirlerine seslendiler.

வசனம்: 22

أَنِ ٱغۡدُواْ عَلَىٰ حَرۡثِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَٰرِمِينَ

Madem devşireceksiniz, hadi erkenden mahsûlünüzün başına gidin! diye

வசனம்: 23

فَٱنطَلَقُواْ وَهُمۡ يَتَخَٰفَتُونَ

fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular.

வசனம்: 24

أَن لَّا يَدۡخُلَنَّهَا ٱلۡيَوۡمَ عَلَيۡكُم مِّسۡكِينٞ

Derken: Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın! Diye.

வசனம்: 25

وَغَدَوۡاْ عَلَىٰ حَرۡدٖ قَٰدِرِينَ

(Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve azmi ile erkenden yola düştüler.

வசனம்: 26

فَلَمَّا رَأَوۡهَا قَالُوٓاْ إِنَّا لَضَآلُّونَ

Fakat bahçeyi gördüklerinde: Mutlaka yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler.

வசனம்: 27

بَلۡ نَحۡنُ مَحۡرُومُونَ

Yok yok, doğrusu biz mahrum bırakılmışız!

வசனம்: 28

قَالَ أَوۡسَطُهُمۡ أَلَمۡ أَقُل لَّكُمۡ لَوۡلَا تُسَبِّحُونَ

İçlerinden en makul olanı şöyle dedi: Ben size «Rabbinizi tesbih etsenize» dememiş miydim?

வசனம்: 29

قَالُواْ سُبۡحَٰنَ رَبِّنَآ إِنَّا كُنَّا ظَٰلِمِينَ

Rabbimizi tesbih ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz, dediler.

வசனம்: 30

فَأَقۡبَلَ بَعۡضُهُمۡ عَلَىٰ بَعۡضٖ يَتَلَٰوَمُونَ

Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.

வசனம்: 31

قَالُواْ يَٰوَيۡلَنَآ إِنَّا كُنَّا طَٰغِينَ

(Nihayet) şöyle dediler: Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz.

வசனம்: 32

عَسَىٰ رَبُّنَآ أَن يُبۡدِلَنَا خَيۡرٗا مِّنۡهَآ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا رَٰغِبُونَ

Belki Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Râbbimizi (O'nun hoşnutluğunu) arzuluyoruz.

வசனம்: 33

كَذَٰلِكَ ٱلۡعَذَابُۖ وَلَعَذَابُ ٱلۡأٓخِرَةِ أَكۡبَرُۚ لَوۡ كَانُواْ يَعۡلَمُونَ

İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

வசனம்: 34

إِنَّ لِلۡمُتَّقِينَ عِندَ رَبِّهِمۡ جَنَّٰتِ ٱلنَّعِيمِ

Şu da muhakkak ki, takvâ sahipleri için Rableri katında nimetleri bol cennetler vardır.

வசனம்: 35

أَفَنَجۡعَلُ ٱلۡمُسۡلِمِينَ كَٱلۡمُجۡرِمِينَ

Öyle ya, (Allah'a) teslimiyet gösterenleri , (o) günahkârlar gibi tutar mıyız hiç?

வசனம்: 36

مَا لَكُمۡ كَيۡفَ تَحۡكُمُونَ

Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?

வசனம்: 37

أَمۡ لَكُمۡ كِتَٰبٞ فِيهِ تَدۡرُسُونَ

Yoksa size ait bir kitap var da, (bu bâtıl inanışları) onda mı okuyorsunuz?

வசனம்: 38

إِنَّ لَكُمۡ فِيهِ لَمَا تَخَيَّرُونَ

Onda, beğendiğiniz her şey sizin için mutlaka vardır (diye mi yazılı)?

வசனம்: 39

أَمۡ لَكُمۡ أَيۡمَٰنٌ عَلَيۡنَا بَٰلِغَةٌ إِلَىٰ يَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ إِنَّ لَكُمۡ لَمَا تَحۡكُمُونَ

Yoksa, «ne hükmederseniz mutlaka sizindir» diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var?

வசனம்: 40

سَلۡهُمۡ أَيُّهُم بِذَٰلِكَ زَعِيمٌ

Sor onlara: Bu iddiayı onların hangisi savunacak?

வசனம்: 41

أَمۡ لَهُمۡ شُرَكَآءُ فَلۡيَأۡتُواْ بِشُرَكَآئِهِمۡ إِن كَانُواْ صَٰدِقِينَ

Yoksa ortakları mı var onların? Sözlerinde doğru iseler, hadi getirsinler ortaklarını!

வசனம்: 42

يَوۡمَ يُكۡشَفُ عَن سَاقٖ وَيُدۡعَوۡنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ فَلَا يَسۡتَطِيعُونَ

O gün incikler açılır ve secdeye davet edilirler; fakat buna güç getiremezler. @திருத்தம் செய்யப்பட்டது

மூலம்(அசல் உரை)O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. வேறுபாட்டை எடுத்துப் பார்க்கவும்

வசனம்: 43

خَٰشِعَةً أَبۡصَٰرُهُمۡ تَرۡهَقُهُمۡ ذِلَّةٞۖ وَقَدۡ كَانُواْ يُدۡعَوۡنَ إِلَى ٱلسُّجُودِ وَهُمۡ سَٰلِمُونَ

Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı).

வசனம்: 44

فَذَرۡنِي وَمَن يُكَذِّبُ بِهَٰذَا ٱلۡحَدِيثِۖ سَنَسۡتَدۡرِجُهُم مِّنۡ حَيۡثُ لَا يَعۡلَمُونَ

(Rasûlüm!) Sen bu sözü (Kur'an'ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştıyoruz.

வசனம்: 45

وَأُمۡلِي لَهُمۡۚ إِنَّ كَيۡدِي مَتِينٌ

Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim tuzağım çok sağlamdır! @திருத்தம் செய்யப்பட்டது

மூலம்(அசல் உரை)Onlara mühlet veriyorum. Doğrusu benim fendim çok sağlamdır! வேறுபாட்டை எடுத்துப் பார்க்கவும்

வசனம்: 46

أَمۡ تَسۡـَٔلُهُمۡ أَجۡرٗا فَهُم مِّن مَّغۡرَمٖ مُّثۡقَلُونَ

Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?

வசனம்: 47

أَمۡ عِندَهُمُ ٱلۡغَيۡبُ فَهُمۡ يَكۡتُبُونَ

Yahut gaybın bilgisi onların nezdinde de, onlar mı (istedikleri gibi) yazıyorlar?

வசனம்: 48

فَٱصۡبِرۡ لِحُكۡمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُن كَصَاحِبِ ٱلۡحُوتِ إِذۡ نَادَىٰ وَهُوَ مَكۡظُومٞ

Sen Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus) gibi olma. Hani o, dertli dertli Rabbine niyaz etmişti.

வசனம்: 49

لَّوۡلَآ أَن تَدَٰرَكَهُۥ نِعۡمَةٞ مِّن رَّبِّهِۦ لَنُبِذَ بِٱلۡعَرَآءِ وَهُوَ مَذۡمُومٞ

Şayet Rabbinden ona bir nimet yetişmemiş olsaydı o, mutlaka, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı.

வசனம்: 50

فَٱجۡتَبَٰهُ رَبُّهُۥ فَجَعَلَهُۥ مِنَ ٱلصَّٰلِحِينَ

Fakat ardından, Rabbi onu seçti (vahiy verdi) ve onu sâlihlerden kıldı.

வசனம்: 51

وَإِن يَكَادُ ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ لَيُزۡلِقُونَكَ بِأَبۡصَٰرِهِمۡ لَمَّا سَمِعُواْ ٱلذِّكۡرَ وَيَقُولُونَ إِنَّهُۥ لَمَجۡنُونٞ

İnkâr edenler Zikr'i (Kur'an ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâlâ da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir delidir» derler.

வசனம்: 52

وَمَا هُوَ إِلَّا ذِكۡرٞ لِّلۡعَٰلَمِينَ

Oysa o (Kuran), âlemler için ancak bir öğüttür.